Sosyal Çürüme Nedir? Toplumlar nasıl ve neden çürür? Sosyal Çürüme Nelere Sebep Olur?
- Rumeysa Uzunoğlu
- 19 Kas 2024
- 20 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 13 Mar

Sosyal çürüme, Dr. Zeliha Burtek'in ortaya attığı bir kavramdır. Sosyal çürüme toplumsal değerlerin, normların ve ilişkilerin harap olması, zayıflaması, sistemlerin doğru ve düzgün çalışmaması sürecini ifade eder. Bu çürüme, genellikle sosyal ilişkilerin toplumsal yapının ve toplumun temel unsurlarının, örneğin siyaset, eğitim, ekonomi, adalet ve hukuk sistemi, aile gibi yapıların fonksiyonlarını yitirmesiyle ilişkilidir. Bu, toplumun dayanışma, güven ve işbirliği gibi önemli ilkelerinin zayıflamasına yol açarak sosyal düzenin ve toplumsal yapının temelinin sarsılmasına neden olur. Bireylerin toplumsal bağlılıklarının ve aidiyetlerinin azalmasına, toplumda ayrışmanın artmasına ve toplumsal huzursuzlukların artmasına yol açar. Sosyal çürüme toplumda kabul edilen ve benimsenen, etik, ahlak, erdem, insanlık, iş ahlakı, dürüstlük, adalet, inanç gibi değerlerin gün geçtikçe çürümesi, anlamını yitirmesi demektir. Hatta esas anlamlarının yerine başka anlamların getirilmesidir. Toplumu toplum yapan şeyden vazgeçme, vazgeçtirilmedir. Dr. Zeliha Burtek'e göre sosyal çürüme bir son değil eylemin kendisi ve devam eden bir süreç. Ayrıca ona göre sosyal çürüme, toplumun temelinde olmayan sonradan gelişen, esasen toplumda bulunmayan bir bozulmadır.
"Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim." -Mustafa Kemal Atatürk
Bireyin zamanla toplumsal çürümeyi kabullenmesi, içselleştirmesi, bireyin kendi hakkını savunmasına, kendi adaletini dağıtmasına, kendi inandığı değerleri empoze etmesine ve kolayca uygulamasına, eyleme geçmesine yol açar. Önce yönetenler sonra kamu ve kurumlar, çalışanlar, ardından birey en sonunda bütün bir toplum içten içe çürür. Bütünlük ve birlik içinde bütün farklılıklara rağmen bir arada huzurla yaşama ihtimali sonsuza kadar kaybedilir. Yerini umutsuzluğa, mutsuzluğa, acılara, öfkeye ve yaşanması mümkünken yaşanamayan güzelliklere bırakır.
"56 yaşındayım ve acı çekiyorum. Bir şey oluyor. Varlığımız elimizden alınıyor, tarihimiz elimizden alınıyor. Ürettiğimiz bütün iyilikler elimizden alınıyor ve buna sahip çıkmak zorundayız. Yok edilmek isteniyorsunuz bunu anlayıp karşı çıkmanız lazım. Burası sizin bu ülke sizin, bir sesiniz olsun." -Prof. Dr. Kaya Özkuş
TOPLUMLAR NASIL ve NEDEN ÇÜRÜR?
1.Siyaset Kamburu (Siyasilerin kendi çıkarlarını maksimize etmesi): Siyasetin 3 farklı yönü sosyal çürümeyi başlatır ve pekiştirir. Bunlardan ilki hükümetin zayıflığıdır. İkincisi muhalefetin eksikliği, üçüncüsü ise toplumun refahını, güvenliğini, huzurunu gözeten, temsil etmesi gerekenlerin yokluğudur. "Siyaset bir ülkede hangi bilimlerin gerekli olduğunu, kimlerin neyi ne kadar öğrenmeleri gerektiğini belirleyen bir yapıdır. Öte yandan siyaset nelerin yapılması, nelerden uzak durulması gerektiğiyle ilgili yasalar hazırlar, buradan hareketle teoride siyasetin tüm iyileri içerdiğini ve insanlar için iyi olanı bulmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Siyasetin amacı temelinde en iyiye ulaşmadır, bunun sayesinde daha iyi insanlar ortaya çıkarmaya ve insanların daha iyi davranmalarını sağlamaya çalışmadır. Bir ülkede yasa yapan kişinin amacı da budur, yasa yapıcılar vatandaşların iyi şeylere alışmasını amaçlarlar." Eğer bunu yapmıyor ve sadece kendi çıkarlarını maksimize ediyorlarsa iyi ve kötü yönetimler arasındaki farkı görmüş oluruz. Bu fark ise eninde sonunda toplumların çürümesine sebep olur.
2.Dinin Aletleştirilmesi
Devletler, dini ve inançları, toplumları kontrol etmek ve bireyler üzerinde bir baskı mekanizması kurmak için bir araç olarak kullanabilir. Bu manipülasyon, bireylerin sorgusuz sualsiz itaat etmesine ve kendilerine yabancılaşmasına yol açar. Böyle bir senaryoda, bireyler kendi gerçek inançlarını ve değerlerini sorgulamak yerine, devletin zaten belirlediği ve ideal saydığı normlara uyum sağlamak zorunda hissedebilirler. Devletler, dini otoriteyi temsil edenleri destekleyerek veya onları da kontrol ederek, insanlar üzerinde daha fazla kontrol sağlamaya çalışabilir. Bu durum, dini liderler olarak görülen kişilerin toplumsal davranışları ve toplumun algısını yönlendirmesine ve dolayısıyla devletin politikalarına ve düzenine itaat edilmesine sebep olabilir. Bireyin hiçbir baskı ve yönlendirmeye maruz kalmadan inandığı dinin gerçek anlamda yaşanmasının yerine, kişilerin inaçlarının siyasi amaçlarla kullanılan bir araç haline gelmesi, toplumda derin bir ayrışmaya ve yaraya neden olabilir. Dinin, toplumsal normların ve etik değerlerin belirlenmesinde önemli bir rol oynadığı gerçeği yadsınamaz. Ancak devletlerin din aracılığıyla toplumu ve kalabalıkları manipüle etmesi, bu değerlerin hem sarsılmasına hem zarar görmesine yol açabilir. Toplumda yaşayan bireyler, dini değerlerin yalnızca siyasi çıkarlar doğrultusunda kullanıldığını gördüğünde, bu değerlerin, etiklerin geçerliliği ve anlamı sorgulanabilir. Ayrıca dinin devlet işlerine bu kadar nüfuz etmesi, farklı dini inançlara sahip bireyler arasında toplumsal gerginliğe ve ayrımcılığa yol açabilir. Bu türden ayrımcılıklar, toplumda sosyal huzursuzluğa neden olur. Özelikle, bir dinin diğerine göre daha üstün tutulması, hem toplumda hem bireyler arası iletişimde çatışmalara ve bölünmelere yol açar. Devletin ideal gördüğü dine mensup gruplara yönelik ayrıcalıklar sunması, sosyal hizmetlerin ve kaynakların eşit dağıtılmamasına neden olabilir. Bu durum, yoksulluk, eğitim ve sağlık gibi temel konularda eşitsizlik yaratır ve toplumda adaletsizlik hissi oluşur. Bu da yine sosyal çürümenin ilerlemesine katkı sağlar. Bu nedenle, devletlerin din ile ilişkilerinin çok dikkatli bir şekilde yönetilmesi, toplumsal sağlığın korunması açısından çok elzemdir.
“İnsanlık, cennet ve cehennem fikrinden bağımsız bir iyi-kötü sistemi geliştirmediği sürece medeniyeti kurtarması imkansızdır.” –George Orwell
3. Değerlerin ve Normların Zayıflaması (Ahlaki Erozyon): Toplumlar, belirli değerler ve normlar üzerine inşa edilir. Zamanla, bu değerlerin geçerliliği ve bireyler tarafından benimsenmesi azalabilir. Örneğin, yardımlaşma, adalet, iyilik, yardımseverlik ve ahlak gibi değerlerin zayıflaması, bireylerin birbirlerine olan güvenini sarsar ve toplumun bir bütün olarak işleyişini olumsuz etkiler. Toplumun ortak değerleri ve normları zamanla değişebilir veya zayıflayabilir. Bireyler arasında empati ve dayanışma gibi değerlerin azalması sosyal çürüme sürecini hızlandırır. Değerlerini, erdemlerini ve ahlakını kaybeden bir toplum zamanla özünü de kaybeder. Bu değerlere sahip çıkmaya çalışan tekil bireyler ise her geçen gün yıkıma uğrar.
"Kişinin nasıl yaşadığı ile nasıl yaşaması gerektiği arasında öyle büyük bir uçurum vardır ki, yapılması gereken uğruna yapılanı terk eden kişi çok geçmeden korunmasını değil yıkımını öğrenmiş olur. Çünkü her zaman iyi bir insan olmak isteyen kişi, iyi olmayan onca insan arasında kesinlikle yıkıma uğrayacaktır." - Machiavelli
4.Hukuk Sisteminin İşlevsizliği ve Yetersizliği: İşlemeyen bir adalet sistemi, kadınları, erkekleri ve çocukları çeşitli olumsuz durumlarla karşı karşıya bırakır.. Bu durumlar toplumsal yapıyı etkileyerek, bireylerin yaşam kalitesini, güvenliğini ve psikolojik durumunu derinden etkiler. Hukuk sistemindeki sorunlar, toplumsal çürümenin önemli sebeplerinden biridir çünkü hukuk, toplumda düzeni, güveni ve adaleti sağlamaktan sorumludur. Hukuk sistemi ve adaletin işleyişinde ortaya çıkan aksaklıklar , uyumsuzluklar, toplumun adalet duygusunun zedelenmesine, bireyler arası güvenin azalmasına ve toplumsal bağların zayıflamasına yol açar. Bu durumlar, sosyal çürümeyi besler ve derinleştirir. Hukuk sistemindeki bu temel sorunların sosyal çürümeye nasıl katkıda bulunduğunu anlamak için bazı önemli noktalara değinmek gerekir. Öncelikle, adalet duygusunun zedelenmesi, sosyal çürümenin başlıca sebeplerinden biridir. Adalet, toplumun temel taşlarından, değerlerinden biri olarak bireyler arasında güveni sağlar ve toplumsal bütünlüğü korur. Ancak hukuk sisteminde adil kararların alınmaması ya da çok yavaş alınması, suçluların ve suçların cezasız kalması, adalet duygusunu zedelenmesine, bireylerin adalete olan güveninin yok olmasına sebep olur. Özellikle geciken veya taraflı bir şekilde verilen yargı kararları, toplumda “adalet yok” işleyen bir sistem yok algısına neden olur. Adaletin sağlanamadığı ve cezaların caydırıcılığını ve otoritesini yitirdiği bir toplumda, bireyler hukuka olan inancını kaybeder. Bu da toplumda hukuka ve devlete güvenin azalmasına yol açar; bireyler, kendi adaletini kendisi sağlamaya yönelik tehlikeli adımlar atabilir, bu da kaotik ve tehlikeli bir ortam yaratır. Bunun yanında, hukuk sisteminde güçlülerin korunması ve ayrımcılık yapılması hukukun tarafsızlığını kaybetmesi, güçlü ekonomik ve siyasi grupların hukuki ayrıcalıklardan faydalandığı, korunup kollandığı bir düzen yaratır. Adaletin satın alınabilir olduğu algısı güçlü olan kazanır mesajı verir. Güçlü kesimlerin lehine kararların alınması, halkın sisteme olan güvenini iyice zedeler. Toplumda bu ayrımcılık duygusu yayıldıkça, toplumda derin bir eşitsizlik algısı oluşur. Bu durum, toplumsal barışı ve dayanışmayı büyük tehlikeye atar. Özellikle dezavantajlı gruplar kendilerini yalnız ve haksızlığa uğramış hisseder; bu da toplumu parçalayan büyük bir etkendir. Yasal yollarla adil sonuçlara ulaşamayan, haklarını arayamayan bireyler, hukukun dışına çıkma eğilimine girer ve kendi çıkarlarını, haklarını savunmak için başka yollar arar. Bu da adaletin yerini çıkar çatışmalarına bırakmasına ve toplumun düzenini tehdit eden bir kaos ortamı yaratmasına neden olur. Bir ülkede kadınlar ve erkekler eşit haklara sahip değilse o ülkede adalet de yoktur. Bir ülkede başta kadınlar çocuklar ve hayvanlar güvende değilse o ülkede bir adalet ve huzur içinde güven ortamından söz edemeyiz. Adil olmayan bir toplumda hiçbir insan mutlu olamaz, güvende hissedemez. Kadının, erkeğin, çocuğun, hayvanın toplumdaki yeri ve hakları daima adalet ve hukuk sistemi tarafından korunmalıdır.
5. Eşitsizlik ve Adaletsizlik: Sosyal çürümenin önemli bir nedeni, ekonomik, sosyal ve siyasal eşitsizliklerin artması ve her geçen gün çoğalmasıdır. Zengin ve fakir arasındaki uçurumun gittikçe derinleşmesi, toplumda umutsuzluk, huzursuzluk ve güvensizlik yaratır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumu farklı sosyal sınıflara ayırarak, insanlar arasında çatışmaları tetikleyebilir. Bu çatışmalar, alt sınıfın üst sınıfa karşı öfke duymasına sebep olur ve sonucunda toplumsal huzursuzluklara neden olur. Ayrıca, para kaynaklarının eşitsiz dağılımı, birçok insanın temel ihtiyacı olan kaliteli eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrum kalmasına yol açar. Sağlıklı ve eğitimli bireyler yetiştirememek, toplumun genel gelişimini ve refahını kötü etkiler ve bu koşullarda toplum içinde suç işleme potansiyeli olan bireylerin sayısı artar. Eşitsizlik, insanlar arasında kıskançlık, dışlanmışlık hissi yaratır ve kutuplaşmayı artırır. Para kaynaklarının eşitsiz dağılımı, insanlar arasında statü rekabetini körükler ve bu rekabet, bazı bireyleri başarıya ulaşmak için etik olmayan, ahlaksız yollara yönlendirebilir. Yozlaşma, yolsuzluk ve rüşvet gibi durumlar yaygınlaşır; bu da toplumun ahlaki değerlerini zedeler. Aynı zamanda, yoksulluk ve işsizlikle boğuşan alt sınıflar, geçim sağlamak için suça yönelebilir. Hırsızlık, uyuşturucu ticareti gibi suçlar toplumda daha yaygın hale gelirken suç oranlarının yükselmesi, toplumda korku ve endişeyi artırır. Ekonomik eşitsizlik, bireylerin siyasi ve sosyal kurumlara olan güvenini de sarsar. İnsanlar, ekonomik adaletsizliği çözmede başarısız olan hükümetlere ve kurumlara güven duymaz hale gelirler. Bu durum, politik istikrarsızlık ve toplumsal çöküş riskini artırır.
6. Aile Yapısındaki Bozulma ve İşlevselsizlik: Aile, bireylerin sosyal ilişkilerini geliştiren ve toplumsal normları öğreten ilk ve en temel yapı taşlarından biridir. Aile yapısındaki bozulma, bireylerin sosyal çevresini ve sosyalleşmesini olumsuz etkileyerek, toplumla kurduğu bağların zayıflamasına veya toplumda hiç var olamamasına neden olabilir. Boşanma oranlarının artması, aile içi iletişimsizlik ve desteğin yokluğu gibi etkenler, sosyal çürümeyi tetikleyebilir. Bireyler ilk eğitimlerini, ahlak ve değer gibi ilkeleri aile kurumunda öğrenir. Aile sisteminde eğitilmeyen ya da aile içinde sevgi ile büyütülmeyen bireyler, güvende olduğunu hissedemezler. Güvende ve koşulsuz sevilmekte olduğunu düşünmeyen bireylerin, topluma yararlı iyi insanlar olma ihtimali, ya da diğer insanlara ve kurumlara güvenme ihtimali daha düşüktür. Aile içinde çocuk, rol model alabilecek kişi bulamazsa, yada rol model aldığı ebeveyn sağlıklı bir ebeveyn değilse sağlıksız anlam, norm ve değerlere sahip bir birey yetişir. Evinden sağlıklı çıkamayan bireyler toksinlerini topluma bulaştırmaya ve yaymaya başlar.
7. Eğitim Sisteminin Yetersizliği (Cehalet Sorunsalı): Eğitim, bireylerin gerçeği yalandan ayırt etmesi, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etmesi, toplumsal normları anlaması, benimsemesi ve topluma yararlı bireyler olması için kritik bir araçtır. Ancak, eğitimin kalitesiz olması niteliğini kaybetmesi, bireylerin eleştirel düşünme becerilerinin azalmasına ve sosyal değerleri kavrama yeteneklerinin zayıflamasına neden olabilir. Eğitimin erişilebilir olmaması, toplumsal katmanlar arasında uçurum yaratır ve sosyal çürüme sürecini hızlandırır. Bireylerin özellikle gençlerin eğitim sistemine olan inançsızlığı, umutsuzluk yaratır. Sistem öğrenciyi, her biri farklı yetenek ve hayale sahip bireyler olarak değil de, yarış atı olarak görürse koşmak istemeyen ya da koşamayan öğrenciler eğitimden uzaklaşacaktır. Eğitimden uzaklaşan gençler kendini geliştirmeye kapatacak, yeteneklerini gösteremeyecek, hayallerini gerçekleştiremeyecek ve toplumun potansiyeli gün geçtikçe ölecektir. Birey kendi başına eğitimden vazgeçmese ve sistemin bir parçası olsa bile eğitimin yetersizliği ve kısıtlılığı, donanımsız, bilgisiz ve cahil insan kalabalıklarına sebep olacaktır.
8.Kontrol ve Denetim Mekanizması Eksikliği (Bireylerin İş Ahlakını Kaybetmesi): Her kurum, sistem, iş sahası, her meslek ve birey, kontrol ve denetim mekanizmasından geçmez ise niteliksiz işler, niteliksiz sistemlere bu da niteliksiz toplumlara sebep olur. Kontrol ve denetim mekanizmasından geçmeyeceğini bilen bireyler işlerine yolsuzluk, hile ve hurda karıştırır. Bireyler işlerini ve görevlerini iyi yapmamaya sadece kendi çıkarlarını maksimize etmeye başlar. Bu eylemlerin sonuçları olmadığında ise daha fazla cesaretlenirler. Bir insan gün içinde, marketinden fırınına, hastanesinden fatura ödemeye, devlet kurumundan devlet okuluna her adımında sorunla karşılaşıyorsa orada kontrol ve denetim yok demektir. Toplumsal çürümenin varlığı kendini burada gösterir.
"Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır." -Mustafa Kemal Atatürk
9.Göçmen ve Mülteci Sorunu: Göçmen ve mülteci sorunu, toplumsal yapıda ekonomik, kültürel ve güvenlik açılarından birçok olumsuz etki doğurarak sosyal çürüme süreçlerine katkıda bulunur. Bu toplumda dayanışma duygusunun azalmasına, kültürel çatışmalara, ekonomik rekabet ve kamu hizmetlerine yönelik baskının artmasına sebep olur.
Öncelikle, toplumsal bütünlük üzerinde önemli bir etkisi vardır. Toplumun ortak değerler, normlar ve kurumlarla bir arada kalması esastır. Ancak farklı kültürel ve sosyal altyapılara sahip göçmen grupların toplum içinde hızla artması, yerel halkın değerleri ile göçmenlerin getirdiği kültürel unsurlar arasında uyumsuzlukların, zorlukların yaşanmasına yol açar. Ayrıca göçmenlerin yerleştiği ülkelerde, iş gücü piyasasında rekabetin artması da toplumu kötü etkileyen ve dikkat çeken bir başka sorundur. Göçmenlerin yoğun olarak düşük vasıflı, düşük ücretli işlerde çalışması, bu sektörde rekabeti artırarak yerli halkın iş bulma şansını düşürebilir ve maaşlarda düşüşe sebep olur. Bu durum, yerel işçilerin ekonomik güvencesizliğini artırarak toplumsal huzursuzluğa ve öfkeye yol açar. Ekonomik alanda yaşanan bu rekabet, toplumda göçmenlere yönelik hoşnutsuzluk oluşturur. Buna ek olarak, güvenlik sorunları ve suç oranlarındakı artışlar toplumdaki gerginliği artırabilir. Göçmenlerin yoğun olarak bulunduğu bölgelerde güvenlik kaygıları artabilir ve bu durum yerli halkta toplumsal kaygı oluşturabilir. Suç oranlarının artışı veya bu yöndeki algı, göçmenlerle yerel halk arasında güven sorunlarına ve önyargıların güçlenmesine sebep olur. Son olarak, mülteci krizleri kamu hizmetlerine ek yük oluşturabilir. Eğitim, sağlık ve konut gibi kamu hizmetlerinde yaşanan kaynak sıkıntıları, göçmen ve mülteci nüfusunun artmasıyla daha belirgin hale gelir. Bu da, yerel halkın kamu kaynaklarına erişimini zorlaştırabilir ve halkın devlet kurumlarına duyulan güveninin azalmasına neden olabilir. Bu etkenlerin her biri, sosyal çürümenin çeşitli bileşenleri olarak, toplumun uyum, güven ve istikrar içinde devamlılığını tehdit eder niteliktedir.
10.Sosyal Çürümeyi Önleyecek yada Mücadele Edecek Sosyolog ve Sosyal Bilimcilerin İstihdam Edilmemesi: Sosyologların ve sosyal bilimcilerin istihdam edilmemesi, toplumsal çürümenin önlenmesi ve bu çürüme süreciyle mücadele edilmesi konusunda ciddi zorluklar ve sıkıntılar yaratır. Sosyal bilimciler ve sosyologlar, toplumların işleyişini anlamak, toplumsal sorunları çözümlemek ve toplumsal yapıyı iyileştirmek için önemli bir rol oynar. Bu uzmanların eksikliği, toplumların mevcut sorunlarını doğru şekilde analiz etmelerini ve bu sorunlara yönelik etkili çözümler geliştirmelerini engeller. Bu da, toplumda mevcut olan sosyal çürümeyi derinleştirir ve toplumsal yapıdaki bozulmanın hızlanmasına neden olur. Sosyologlar, toplumsal sorunları görme, tanımlama, analiz etme ve çözüm üretme konusunda uzmanlaşmış profesyonellerdir. Onların yokluğu, bu sorunların göz ardı edilmesine ve halkın yaşadığı zorlukların anlaşılamamasına yol açar. Toplumsal sorunlar doğru bir şekilde tespit edilmediğinde, çözüm için atılacak adımlar da eksik olur. Bu eksiklik, sorunların zamanla büyümesine ve toplumsal huzursuzlukların artmasına neden olur. Sonuçta, toplumda güven ve istikrarın sağlanamaması, sosyal çürümenin zeminini hazırlar. Sosyal bilimciler ve sosyologlar aynı zamanda toplumsal politikaların geliştirilmesinde ve toplumsal değişimi yönlendirmede büyük rol alır. Sosyal bilimciler ve sosyologlar toplumsal değişim süreçlerini inceleyerek, toplumun dününden bugününe inceleyerek daha iyi bir geleceğe doğru nasıl evrilebileceğine dair önerilerde bulunurlar. Bu uzmanların istihdam edilmemesi, toplumun geçmişte kalmasına, yenilikçi çözümlerden ve potansiyellerinden uzaklaşmasına yol açar. Bu da toplumsal yapının geriye gitmesine ve gelişimin engellenmesiyle sonuçlanır. Yenilikçi düşüncelerin ve toplumsal reformların olmayışı, toplumda çaresizlik hissi uyandırır. Sosyologlar ve sosyal bilimciler, yalnızca akademik alanda değil, aynı zamanda toplumu daha sağlıklı ve sürdürülebilir kılacak değişim süreçlerinin yegane öncüsüdür. Onların yokluğu, toplumsal çürümeyi hem başlatan hem hızlandıran bir faktördür, çünkü bu uzmanlar olmadan toplumsal sorunlara dair etkili çözüm önerileri üretilemez, toplumsal bağlar güçlendirilemez ve toplumun refahı sağlanamaz. Toplumun huzurunu, refahını gözetecek olan bu kesimin istihdam edilmemesi çok anlam taşır.
"Bence Türkiye'nin başka bir gerçekliği var bu gerçeklik iktisadi gerçeklik değil. Sosyal çürüme var şuan Türkiye'de. Dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı bir sürü krizler gördü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez. Ama sosyal çürümeyi düzeltemezsiniz. Şuanda Türkiye'de sosyal çürüme var. Bunun düzelmesi için çok zor çok zor. Dönüşü olmayan bir yerdeyiz. Sosyal çürüme şu: etik denen şeyin yok olması etik yaşam felsefesi demek. Türkiye'de yaşam felsefesi kalmadı. Türkiye'de, edebiyatta tiyatroda sanatta yazında ve düşünde hiçbir zaman için göçmen kültürü, mülteci kültürü ya da mafya, kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. Ama şuanda biz yavaş yavaş kültürel anlamda ortaya çıkacak bütün yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. Sosyal çürüme bu demek, başka bir ülke olduk. Çok tuhaf değil mi?" - Dr. Zeliha Burtek
11.Bireylerin ve Toplumun Bağımlılıkları: Bağımlılık, bireylerin ve toplumun sağlıklı işleyişi için tehlike arz eden önemli bir sorundur. Bağımlılık kontrol edilemeyen bir durumdur. Yalnızca bireylerin hayatlarını değil, toplumsal hayatı ve yapıyı, değerleri de kökünden etkileyerek sosyal çürümenin nedenlerinden biri haline gelir. Bağımlılık kavram gereği sorumluluğu bireye yüklese de toplumlar da, bazen bir norma, bazen bir lidere, bazen bir medya aracına bağımlı olabilir. Bu noktada bağımlılıklar toplumsal çerçeve geniş yankılar uyandırır. Günümüz modern dünyasında bağımlılık denince akla madde ve uyuşturucu kullanımı, teknoloji, kumar, alışveriş, sosyal medya gibi kavramlar gelir. Madde ve uyuşturucu bağımlılığı bireylerin fiziksel sağlığını bozarken, teknoloji bağımlılığı davranışsal sağlığı bozar. Bu noktaya uyuşturucu ve teknoloji hem ulaşılabilir hem de hızlı tüketim olduğu için bireylerden bireylere yani topluma yayılır. Ayrıca tam aksine sosyal medya bağımlılığı söz konusu olduğunda, geçirilen fazla vakitler, bireyin kendini izole etmesine, yalnızlaşmasına ve toplumun sosyal dokusunun zayıflamasına yol açar. Bağımlılıklar, bireylerin ve toplumun hayatında bir dizi yıkıcı etkiye yol açar. Madde bağımlılığına sahip bir birey, hem fiziksel hem ruhsal sağlığını kaybedebilir. Sürekli olarak tatmin arayışı bireylerin yaşamlarındaki hem kişisel hem toplumsal değerlerini göz ardı etmesine, unutmasına neden olur. Aynı şekilde teknoloji bağımlılığı, bireylerin zaman ve hayat yönetimini bozar, üretkenliği, yaşama katılımı yok eder. Sonuç olarak bağımlılık, bireylerin yaşam kalitesini düşürdüğü kadar, toplumun ahlaki, ekonomik ve kültürel yapısını zayıflatarak sosyal çürümeye neden olur. Bağımlılıkla yapılan bu mücadeleler, bireylerin sadece kendilerini değil, aileleri, çevreyi, ve asıl toplumu derinden etkileyerek makro etkiyle sosyal çürümeyi hızlandırır.
SOSYAL ÇÜRÜMENİN SONUÇLARI
1. Toplumsal Ayrışma ve Nefret: Sosyal çürümenin, bireyler arasında güvenin azalmasına ve bağlılık hissinin zayıflamasına neden olacağını söylemiştik. Bu durum doğal olarak, toplumsal ayrışmayı ve çatışmaları da artırır. Bu güvensizlik, bireylerin kendilerini yalnızca belirli gruplara ya da ideolojilere ait hissetmelerine ve bu grupların dışındaki herkese karşı düşmanlık ve nefret beslemelerine yol açar. İnsanlar, aidiyet hissettikleri gruplara yönelerek, sosyal çevrelerini daraltabilirler ya da aidiyet hissettikleri gruplarla toplumu nefrete, çatışmaya, kavgaya sürükleyebilirler. Aidiyet hissettiği gruplar, kişiye kısa vadede güvenli bir liman sağlasa da uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı körükler. Örneğin, linç kültürü, bireylerin bir olay veya bireye karşı topluca harekete geçip onu haksız yere yargılaması, cezalandırması veya dışlaması anlamına gelir. Sosyal medyada sıkça rastlanan bu durum, sosyal çürümenin en belirgin gözle görünür örneğidir; çünkü bireyler, kurallara ve hukuka başvurmadan, kendi değer ve yargılarına göre adalet sağlamaya çalışır. Çeşitli topluluklar arasında iletişimin kopması ve toplumun küçük kutuplara bölünmesi sonucunda, bireyler arasındaki empati ve anlama yeteneği de yok olur. Bu da toplumun parçalanmasına, çeşitli toplumsal grupların çatışmasına, toplumsal izolasyona zemin hazırlar. Sonuç olarak o ya da bu gruptan fark etmez insanın insana duyduğu nefret normalleşir yada normalleştirilir. Hepimiz sadece insanken bir anda kendimizi belli etiketler ve kalıplar içine sokar kendimizden olmayana bizden türemeyen bir nefret beslemeye başlarız. Kısaca insan, bir diğer insandan nefret etmesi için yine insanlar tarafından manipüle edilir. Sonucunda, kimden neden nefret ettiğini bile bilmeyen absürd bir topluma dönüşülür.
2. Suç Oranlarının Artması: Sosyal çürümenin içselleştirilmesi, sosyal normların zayıflaması, vicdan ve ahlakın çöküşe uğraması bireylerin toplum ve hukuk kurallarına uymama eğilimlerini artırır. Bu durum, suç oranlarının artmasına yol açar. İnsanlar, sosyal bağların zayıflaması sonucunda daha fazla suça yönelme veya suç işleme eğilimi gösterir. Toplum tarafından kabul edilen davranış kalıplarının ve ahlaki değerlerin kaybolmasıyla birlikte, bazı insanlar toplumsal sorumluluklardan uzaklaşabilir. Sosyal çürüme, bireylerin adeta başkalarına karşı duyarsızlaştığı, kendi isteklerini ve ihtiyaçlarını her şeyin üzerinde gördüğü bir zihniyet doğurabilir. Ahlaki ve vicdani pusulasını kaybetmiş bireyler her türlü suçu işleme potansiyeli taşırlar. Kendi çıkarlarını maksimize eden siyasilerden sonra, kendi çıkarlarını maksimize eden bireyler de kendini gösterir.
a.Kadın Cinayetleri ve İstismarı: Sosyal çürümeyle mücadele eden bir toplumda kadınlar çocuklar ve hayvanlar yaşamdan koparılır. Kadına karşı şiddet ve istismar, kadın cinayetleri sosyal çürümenin bir göstergesi ve sonucudur. Sosyal çürüme, kadınların maruz kaldığı şiddet ve ayrımcılık oranlarının artmasına neden olabilir. Kadın cinayetleri, toplumsal yapıdaki bozulmanın, sosyal çürümenin ve kadına yönelik ayrımcılığın sonucu olarak değerlendirilir. Kadınların hayatının sistematik olarak daha az değerli görülmesi, eşitsizliklerin normalleştirilmesi ve kadına atfedilen toplumsal cinsiyet rolleri gibi etkenler bu tür olayları derinden tetikler. Bu tür cinayetler, erkeklerin kendi ahlak kurallarına göre hareket etmesinden, kadınları objeleştirmesinden yada, kadınları kendi mülkü gibi görme eğiliminden kaynaklanabilir. Sonuç olarak kadın cinayetleri politiktir ve bir yapının sonucudur. Bir toplumda kadın cinayetleri oranı her geçen yıl artıyorsa, arkasındaki yapının sorgulanması gerekir. Kadınlarını kendinden koruyamayan bir toplum çürümeye mahkumdur.
b.Çocuk Cinayetleri ve İstismarı: Sosyal çürümeyle mücadele eden bir toplumda kadınlar çocuklar ve hayvanlar yaşamdan koparılır. Çocuklara karşı şiddet ve istismar bir toplumda vicdani, ahlaki ve insani çürümenin göstergesi ve sosyal çürümenin sonucudur. Bir toplumda çocuklar korunması gereken masum bireyler olmalarına rağmen, öldürülmesi ya da istismar edilmesi sosyal çürümenin sonucudur. Toplumda psikolojik ve fiziksel sorunların artması, çocuklara yönelik suistimal ve istismar vakalarını artırabilir. Bu durum, yalnızca fiziksel değil, duygusal ve zihinsel travmalara da yol açar. Bir çocuk evde, okulda, otobüste, hastanede, sokakta kısaca hiçbir yerde güvende değilse sağlıklı bir toplumdan söz edilemez. Kendi çocuklarını kendinden koruyamayan bir toplum kimi koruyabilir?
c.Hayvan Cinayetleri ve İstismarı: Sosyal çürümeyle mücadele eden bir toplumda kadınlar çocuklar ve hayvanlar yaşamdan koparılır. Hayvanlara karşı şiddet ve istismar, bir toplumda empati ve vicdan eksikliğinin göstergesi ve sosyal çürümenin sonucudur. Sosyal çürüme, insanların diğer canlılara karşı duyarlılıklarını kaybetmesine neden olur. Bu durum, toplumun genel anlamda ve tek tek bireylerin artık şiddeti normalleştirdiğini veya hoş gördüğünü de yansıtabilir. Hayvanlara yönelik duyarsızlık ve kötü muamele o topluma dair çok fazla alt metin ve mesaj verir.
d.Toplumun Erkeğe Yükledikleri: Sosyal çürüme, erkeklerin kendini duygusal olarak ifade edememesine yol açar. Bu erkeğin kendisini topluma ait hissetmemesine, bireylerle bağ kuramamsına ve sonucunda çaresiz hissetmesine sebep olue. Toplumun erkeklerden beklediği “güçlü olma” baskısı yada ağlamama baskısı, erkeklerin duygusal problemlerini ve hislerini ifade etmesini engeller. İfade edilmeyen her duygu ve durum yalnızlığa, yalnızlık öfkeye ve nefrete dönüşür. Nefret ise şiddete ve erkeğin kendini izole etmesine sebep olur. Bu durum, intihar oranlarının artmasına suç oranlarının artmasına ve ruhsal sorunların yaygınlaşmasına yol açar. Tüm bu durum erkeğin kadına yönelik şiddetinin, çocuğa ve hayvana yönelik şiddetine sebep olur.
"Bir toplumda erkeklerin duygularını yaşamasına ne ne kadar müsaade edilirse o toplum ve kadınları bir o kadar özgürleşir." -Melis İşiten
e.Travmatik (hasta) Topluma Dönüşme ve Anormali Normalleştirme: Toplumda şiddet, suç, istismar olayları yaygınlaşırsa, insanlar bu tür olayları daha sıradan bir durum olarak algılamaya başlar. Böylece, bireyler bu tür suçlara tepki veremez hale gelir, suç oranları giderek artar ve toplum daha da sağlıksız, toksik bir yapıya dönüşür. Her gün yeni bir cinayete, yeni bir suça, yeni bir travmaya, yeni bir habere uyanan bir toplum ve birey, her travmatik durumu normalleştirmeye, sıradanlaştırmaya başlar. Normalleştirmek, içselleştirmeyle sonuçlanır. Toplum kadının, hayvanın ve çocuğun sürekli zarar görmesini ve mağdur edilmesini normal karşılamaya başlar. Normal olan şeylerin değiştirilemez olduğunu düşünülür ve bu yapıya adapte olmaya, yani travmatik (hasta) bir topluma dönüşmeye başlar.
3. Duygusal ve Psikolojik Sorunlar: Bireyler, sosyal bağların zayıflaması nedeniyle yalnızlık, kaygı ve depresyon gibi duygusal ve psikolojik sorunlarla karşılaşabilir. Sosyal destek sistemlerinin yokluğu, bireylerin bu sorunlarla başa çıkmasını zorlaştırır. Umutsuzluk insanları kötücül eylemlere sürükler. Sosyal çürüme, bireylerin yalnız hissetmesine, kendilerini izole edilmiş görmelerine neden olur. Yalnızlık, depresyon ve kaygı bozuklukları gibi sorunlar, bireylerin toplumla ilişki kuramaması ve toplumda anlam bulamamasıyla bağlantılıdır. İnsanlar, sosyal çevreleri tarafından desteklenmediklerinde her tür sorunla başa çıkmakta zorlanır. Örneğin yalnızlık ve anlamsızlık hissi ile bireyler, yaşama olan bağlarını, toplumsal bağlarını kaybedebilir veya hayatlarının anlamını yitirebilirler. Aile, dostlar veya topluluklar gibi sosyal destek sistemlerinin eksikliği, bireyleri yalnız ve değersiz hissettirir. Bireyler, umutsuzluk nedeniyle kendilerini ya da başkalarını incitecek eylemlere yönelebilirler. İyi insanlar olmaya çabalamanın anlamsız ve imkanısz olduğunu düşünmeye başlarlar. Sosyal çürüme, insanlara toplumda ve hayatta bir amaç veya anlam sunmaz; bu da onların kendilerine veya çevrelerine zarar vermelerine neden olabilir.
4. Sosyal Hareketlerin Gelişimi: Sosyal çürüme, bireylerin daha fazla değişim talep etmesine neden olan toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Ancak, bu hareketler bazen kaos, kargaşa ve istikrarsızlık yaratabilir. Aynı zamanda manipülasyona açık kalabalıklar yaratarak, tehlikeli durumlara sebep olabilir. Karizmatik liderler veya ideolojik gruplar, bireyleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilir. Bu manipülasyonlar, bireylerin bilinçsiz bir şekilde bir ideolojiye veya harekete kapılmasına neden olabilir ve sonuçta daha fazla kargaşa çürümeyi daha da hızlandırabilir.
5.En Kötüsü Bütün Bunları Görmezden Gelen ve Kabullenen Bir Toplum: Bir toplum, içinde meydana gelen sosyal çürüme ve sorunlara karşı kayıtsız kalmaya başladığında, bu, çok daha derin ve karmaşık bir çürüme sürecini hızlandırır. Bu tepkisizlik, bazen farkında olmamakla bazen de umursamamakla ilgilidir. Ancak en kötüsü, bireylerin ve toplumun genelinin, bu çürümeyi kanıksayarak, adeta normal bir durum gibi kabul etmesidir. Böyle bir toplum, adalet, güven, dayanışma gibi temel değerlerinden uzaklaşır ve her birey kendi içinde yalnızlaşır. Bireylerin, toplumsal sorunlara karşı ses çıkarmak yerine kendi kişisel dünyalarına çekilmesi, çürümenin ve yozlaşmanın önlenemez hale gelmesine zemin hazırlar. Bir toplumda çürümenin fark edilip göz ardı edilmesi, “Bir şey değişmeyecek” düşüncesinin yaygınlaşması ve toplumsal bilinç eksikliği, çürümenin sadece devam etmesine değil, aynı zamanda kökleşmesine neden olur. Bu kabullenme hali, toplumu sadece bugün değil, gelecek nesilleri de olumsuz etkiler; zira yeni kuşaklar, sosyal sorunları çözülemez, olağan ve değiştirilemez olarak görmeye başlarlar. Böyle bir döngü, toplumun değerlerinin sonsuza kadar yok olmasına ve çürümenin sonu gelmemesine yol açar.
"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın." -Albert Camus
SOSYAL ÇÜRÜME NASIL ENGELLENİR?
1. Eğitim Reformları: Eğitim sisteminin güçlendirilmesi, bireyler arasında dürüstlüğün, erdemin, ahlakın, etiğin, adaletin, vicdanın, kısaca insani ve toplumsal değerlerin, normların öğretilmesi için hayati önem taşır. Eğitim, bireylerin bu hayati kavramları anlamalarını, benimsemelerini ve hayatlarında uygulamalarını sağlar. Eğitimdeki yenilikler, sosyal çürümeyi önlemenin etkili bir yolu olur. Eğitimde, ilkokuldan üniversiteye kadar, sosyoloji, felsefe, psikoloji, ahlak ve etik, erdem, cinsellik, empati ve saygı, toplumsal cinsiyet eşitliği, adalet, duygusal zeka eğitimi, okuryazarlık gibi dersler verilebilir. Aynı zamanda tüm bu teorik eğitimlerin desteklenmesi ve uygulanması için, sanat, müzik, tiyatro, spor gibi çocuğun ilgi ve yeteneğine yönelik pratik alanlar açılabilir. Bu sayede çocuk hem teoride hem pratikte gerçek hayata hazırlanır. Bu dersler bireylerin çocukluktan itibaren, kendilerini tanımalarına, yeteneklerini keşfetmelerine, yaşam boyu öğrenme ve gelişme alışkanlığı kazanmalarına ve topluma katkıda bulunabilecek insanlar olarak yetişmelerine imkan tanır. İdeal bir okul sadece bilgi veren değil, bilgiyi nerde ve nasıl kullanacaklarını öğreten, aynı zamanda bireylerin başlarına gelebilecek her türlü zorlukla baş etmeyi, düştüklerinde nasıl kalkılacağını öğreten, bireylerin hayatı ve toplumu anlamlandırmalarına rehberlik eden bir yer olmalıdır.
2. Siyasi Reformlar: Siyasi reformlar, toplumsal yapıyı ve düzeni yeniden inşa etmek ve sosyal çürümenin temel nedenlerini ortadan kaldırmak için önemli bir role sahiptir. Söz konusu reformlar, yönetim sistemlerini, politikaları ve sosyal adalet mekanizmalarını geliştirmeyi hedefler. Demokrasi ve siyasi katılımın artırılması, toplumun her kesiminin sesi olmasını sağlar. Siyasi alanda yolsuzlukla mücadele, halkın yönetime olan güvenini artırır. Tüm siyasi yapı ve kurumlarda şeffaflık, hesap verebilirlik ve etik standartların yükseltilmesi önemlidir. Var olan siyasal düzenin reflekslerinin geliştirilmesi gerekir. Siyasal reformlar, sadece mevcut problemleri çözmekle kalmaz, aynı zamanda gelecekteki sosyal çürüme risklerini önleyecek, yeni bir önleyici sistem inşa eder. Şeffaf, katılımcı, adil ve eşitlikçi bir siyasal yapı, toplumların daha sağlıklı ve huzurlu bir şekilde varlıklarını sürdürmelerine "çürümemelerine" olanak tanır.
3. Adalet Sisteminin Güçlendirilmesi ve Adaletin Sağlanması: Adaletin sağlanması, toplumda eşitlik ve fırsat eşitliğinin temin edilmesi, sosyal çürümenin önüne geçebilir. Devletin adalet mekanizmalarını güçlendirmesi ve sosyal yardımları artırması, bireylerin topluma olan bağlılıklarını pekiştirir. Hukukun üstünlüğünü tesis etmek ve adalet sisteminin bağımsızlığını sağlamak, yolsuzlukla mücadele etmek, toplumsal güvenin yeniden inşası için kritik öneme sahiptir. Etkili yargılama ve dava süreçlerinin hızlandırılması, adaletin daha erişilebilir hale getirilmesi ve suçluların adalet önünde hesap vermesi için etkin bir yargı sistemi kurulmalıdır. Her birey hem başına bir şey geldiğinde adaletin yerini bulacağına hem de bir suç işlerlerse cezasını ödeyeceklerini bilmelidir. Suça yönelik eylemlerinin sonucu olacağını bilen insanlar ve toplum adalet sisteminden çekinir. Bu toplumun suçtan uzak bir yaşam sürmesini sağlayarak sosyal çürümenin önüne geçebilir.
4. Toplumsal Dayanışma: Toplumda dayanışma kültürünün güçlendirilmesi, bireyler arasında duygusal bağların kuvvetlenmesini sağlar. Toplumsal projeler ve sosyal yardımlar, bireylerin birbirleriyle daha fazla etkileşimde bulunmalarını ve dayanışma göstermelerini teşvik edebilir. Sivil toplum kuruluşları, toplumsal değişim için önemli bir rol oynar. Bu kuruluşların güçlendirilmesi, toplumsal katılımı artırır ve bireylerin sorunlara çözüm bulma çabalarını destekler.
Yerel projeler ve dayanışma etkinlikleri, bireyler arasında birlik ve beraberlik duygusunu pekiştirir. Bu tür projeler, toplumun moral ve motivasyonunu artırır. İyi birer insan olma motivasyonu artan insanlar bu iyiliği ve hevesi birbirlerine bulaştırırlar. İyilik, iyilikle yani dayanışmayla çoğalır.
5.Aile Destek Programları: Ailelerin desteklenmesi, sağlıklı aile yapılarının oluşmasına yardımcı olur. Aile içindeki iletişimi artıran programlar ve aile danışmanlığı hizmetleri, ailelerin işlevselliğini artırabilir. Bu, ebeveynlik eğitimi, rol modellik, duygusal zeka, cinsiyet eşitliği, insan hakları, şiddet karşıtlığı gibi konularda olabilir. Aile çocuklara rol model olabilecek kadar "iyi" olmalıdır. Eğer çocuklar aile evinden sağlıklı bireyler olarak çıkabilirse, sağlıklı ve topluma faydalı insanlar olma ihtimalleri o kadar fazla olur. Bunun yanı sıra sosyal çürümenin nedenleri ve sonuçları hakkında aileleri bilinçlendirmek için eğitim programları düzenlenebilir. Buna göre çocukların çürümeden korunmaları sağlanabilir.
6. Ekonomik Reformlar: Sağlıklı bir ekonomi, yalnızca bireylerin maddi ihtiyaçlarını karşılamaz, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı güçlendirerek sosyal uyumu arttırır. Ekonomik reformlar, adil bir vergi sistemi oluşturarak zengin ve yoksul arasındaki uçurumu azaltmayı amaçlar. Ekonomik büyüme için yeni istihdam olanakları yaratmak, yoksulluğun azaltılması ve toplumsal eşitliğin sağlanması açısından önemlidir. Bu, genç ve üniversite mezunu nüfusun, işsizlik sorununu çözmeye de yardımcı olur. Ekonomik reformlar, yolsuzlukla mücadele stratejileri içermeli ve şeffaflık artırılmalıdır. Ekonomik büyüme, toplumda adalet ve eşitlik duygusunu pekiştirir. Ayrıca yerel üretimin ve küçük işletmelerin desteklenmesi ekonomik dengenin sağlanmasında önemli bir rol oynar. Böylece devasa şirketler milyonlarını katlamak yerine, yerel üretim ve küçük işletmeler kazançlarını arttırabilir. Sonuç olarak, ekonomik istikrarın sağlanması, toplumsal barışı ve bireylerin yaşam kalitesini arttırarak daha huzurlu, daha sürdürülebilir bir geleceğin kapılarını açar.
7. Psiko-Sosyal Destek: Psiko-sosyal destek, bireylerin duygusal, sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bütüncül bir destek yaklaşımıdır. Sosyal çürüme, bireylerin yalnızlaşması, toplumla bağlarının kopması ve ruhsal sağlıklarının bozulması gibi etkenlerden beslenir. Psiko-sosyal destek, bu olumsuzlukların giderilmesinde ve bireylerin toplumsal hayata yeniden kazandırılmasında çok kilit bir rol oynar. Bireylerin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal refahını da gözeten bu destek, daha sağlıklı ve dayanıklı bir toplum inşa etmenin temel taşıdır. Toplumda artan stres, kaygı ve depresyon gibi psikolojik sorunlar, bireyleri yalnızlığa iter bu bağlamda psiko-sosyal destek, bireylerin yaşadıkları zorluklarla başa çıkmalarını sağlayan araçlar sunar. Danışmanlık, terapi ve destek grupları aracılığıyla bireylerin kendilerini ifade etmeleri, içsel çatışmalarını çözmeleri ve hayatlarına anlam kazandırmaları, topluma karışmaları sağlanır. Bu süreç, yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de iyileştirici bir etki yaratır. Özellikle kriz ve travma dönemlerinde psiko-sosyal destek daha da önemli hale gelir. Doğal afetler, ekonomik krizler veya aile içi şiddet gibi travmatik olaylar, bireylerde derin izler bırakır. Uzman psikologlar ve sosyal hizmet çalışanları tarafından sunulan bireysel ve grup terapileri, bireylerin travma sonrası iyileşme sürecine katkıda bulunabilir. Toplumdaki bireylerin ruh sağlığını desteklemek için böyle programlar oluşturulmalıdır. Bu desteğin toplum içinde herkes tarafından erişilebilir olması hatta belki zorunlu olması çok önemlidir. Psiko-sosyal destek, sağlıksız bireyleri topluma geri kazandırabilir, ayrıca sağlıksız bireyleri tespit ederek, toplumu sağlıksız bireylerden de korur.
SONUÇ
Sosyal çürüme yaşayan bir ülkenin çürümeden kurtarılması, çok yönlü ve katılımcı bir yaklaşım gerektirir. Bu süreç, hukukun üstünlüğünden eğitime, ekonomik fırsatlardan toplumsal değerlere kadar geniş bir yelpazede reformlar içermelidir. Toplumun her kesiminin sürece dahil edilmesi, kalıcı değişim ve dönüşüm için gereklidir. Bu tür bir dönüşüm, ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda derinlemesine reformlar gerektirir.
EDİTÖR NOTU:
Toplumsal çürüme, her gün iliklerime kadar hissettiğim bir seviyede, her geçen gün de artıyor. Sokağa çıkıyorum adım attığım her yerde işini iyi yapmayan, görevini yerine getirmeyen, mutsuz, umutsuz, erdemlerden, ahlaktan, etikten, dürüstlükten yoksun insanlar görüyorum. Bu insanlar bir sistemin, bir şirketin, bir kurumun, bir okulun, hastanenin içindeler. Ya da en kötüsü bir çocuğun, bir kadının, bir hayvanın, bir masumun yanındalar. Bunların nelere sebep olabileceğini düşünmek beni mahvediyor. İnsanlar ve toplum nasıl bu noktaya geldi, ilkelerimizi ne zaman nasıl kaybettik bilmiyorum. Buradan geri dönüşümüz var mı onu da bilmiyorum. Ama başka bir yaşamın ve toplumun mümkün olduğuna inanmaktan ve bu amaçla erdemli bir şekilde iyi eylemlerde bulunmaktan vazgeçmek istemiyorum. Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk bu ülkeyi biz gençlere emanet etti. Uğruna ant içtik, umutsuzca pes etmek, vazgeçmek ihtimal bile değil. Nefes aldığımız sürece daha iyisi için mücadele edeceğiz. Onun da öğrettiği gibi bir kurtarıcı beklemeyeceğiz, kurtarıcı biz olacağız.
"Şayet bir gün, çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun!" - Mustafa Kemal Atatürk
"Türküm, doğruyum, çalışkanım, İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir. Ey Büyük Atatürk! Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türküm diyene!" - Reşit Galip
KAYNAKLAR
Benim Hikayem | Türkiye'nin 'sosyal çürümüşlük' ile tanıdığı akademisyen Zeliha Burtek, Youtube https://www.youtube.com/watch?app=desktop&v=2k6Tzp79wpE
Sosyal Medya Onu Konuşuyor! Zeliha Burtek Sosyal Çürümüşlüğü Anlattı 'Travma Toplumu Olduk', Youtube https://www.youtube.com/watch?v=LpC5VW69cPs
Kadın ve çocuk cinayetleri üzerinden sosyal çürüme | Zeliha Burtek yorumluyor. Youtube https://www.youtube.com/watch?v=dTHKQ6hE2z4
Geçinmek ne mümkün? / #sokakröportajları, Youtube https://www.youtube.com/watch?v=6tAD4ys0tak&t=173s
Toplumsal Yozlaşma - Türkiye | Belgesel | Antik Dönem, Youtube https://www.youtube.com/watch?v=5q_kQtTTXbM&t=316s
Aristoteles. Nikomakhos’a Etik. Çeviri: Furkan Akderin. İstanbul: Say Yayınları, 2018.
Machiavelli, Niccolò. Prens. Çeviri: Kemal Atakay. İstanbul: Can Yayınları, 2019.
Comments