Hiçliğin Gölgesinde: Yaşamın Amacı Nedir?
- Rumeysa Uzunoğlu
- 18 Mar
- 16 dakikada okunur
ADÜ Sosyoloji Lisans Öğrencisi - Rumeysa Uzunoğlu
Hiçliğin Gölgesinde: Yaşamın Amacı Nedir?
ÖZET
Yaşamın amacı, insanlık tarihinden bu yana filozofların, bilim insanlarının ve tüm insanlığın yanıt aradığı evrensel bir sorudur. Platon’dan Nietzsche’ye, Augustinus'dan, Camus’a kadar pek çok filozof, yaşamın amacı ve anlamını, bu anlamın nasıl var edileceğini sorgulamışlardır. Yaşamın amacı; sevgi, inanç, aşk, cennet ve ahlak gibi kavramlarla örülü bireysel ve toplumsal ilişkiler üzerinden ele alınabilir. Bu çalışma, Augustinus’un felsefesi, Paul Tillich’in kapsayıcı yaklaşımı, Jean-Paul Sartre’ın varoluşçu yaklaşımı ve Nietzsche’nin felsefesinden yola çıkarak, yaşamın amacını şekillendirme biçimlerini tartışmayı hedefler. Nihayetinde yaşamın amacının ve anlamının, gerçeklik ile nasıl bir köprü kurabileceği üzerine eleştirel bir analiz sunmayı amaçlamaktadır.
“Yaşamak acı çekmektir, hayatta kalmak bu acıda bir anlam bulmaktır.” (Nietzsche, F. (2020). Hayat Dediğin Nedir Ki? (Derleyen: Ahmet Demir, Çeviren: Mehmet Çelik). Alfa Yayıncılık).
Anahtar Kelimeler: Nihilizm, Yaşamın Amacı
ABSTRACT
The purpose of life is a universal question that philosophers, scientists, and all of humanity have sought to answer throughout history. From Plato to Nietzsche, from Augustine to Camus, many philosophers have questioned the purpose and meaning of life, as well as how this meaning can be created. The purpose of life can be examined through individual and social relationships woven with concepts such as love, faith, passion, heaven, and morality. This study aims to discuss the ways in which the purpose of life is shaped by drawing on Augustine’s philosophy, Paul Tillich’s inclusive approach, Jean-Paul Sartre’s existentialist perspective, and Nietzsche’s philosophy. Ultimately, it seeks to present a critical analysis of how the purpose and meaning of life can bridge the gap with reality.
"To live is to suffer; to survive is to find meaning in suffering." (Nietzsche, F. (2020). What Is Life Anyway? (Compiled by: Ahmet Demir, Translated by: Mehmet Çelik). Alfa Publishing).
Keyword: Nihilism, The purpose of life
Amaç Nedir? İnsana Özgü Müdür?
Öncelikle amaç kelimesine yüklenen anlamı açmak istiyorum. Buradaki “amaç”, gerçekleştirilmesi zorunlu olan bir şey anlamına mı geliyor yoksa gerçekleştirilmesi arzulanan, ulaşılması istenen bir hayal anlamına mı geliyor? Ya da doğası gereği belli bir şeyi gerçekleştirmeye programlanmış evrensel bir hedefe mi? Örneğin bir çiçeğin amacı olabilir mi? “Amaç” yalnızca bilinçli bir tür olan insan söz konusu olduğunda mı gündeme gelir?
Aristoteles’e göre her varlık "telos" bir amaç doğrultusunda hareket eder. İnsanlar için en yüksek amaç, "eudaimonia" mutluluk veya iyi yaşamdır. Ancak bitkiler veya hayvanlar gibi diğer varlıkların da doğal bir amacı vardır: büyümek, çoğalmak ve varlıklarını sürdürmek. Sartre’a ve varoluşçuluğa göre ise insanlar kendi amaçlarını belirleme özgürlüğüne sahiptir çünkü insan "özünü" kendi yaratır. Ancak bu özgürlük, insanı diğer varlıklardan ayırır. Bir çiçek gibi doğal varlıkların, insanın bilinçli şekilde belirlediği türden bir amacı yoktur. Biyolojik olarak, yaşayan tüm canlıların temel amacı hayatta kalmak ve genlerini bir sonraki nesle aktarmaktır. Bu bağlamda, bitkilerin de "amaçları" olduğu söylenebilir. Ancak bu, bilinçli bir seçim değil, doğalarının ve biyolojik mekanizmalarının bir sonucudur. Bir çiçeğin amacı, biyolojik düzlemde çoğalmak ve türünü devam ettirmek olarak değerlendirilebilir. İnsan ise kendi yaşamını sorgulayabilir, soyut hedefler belirleyebilir ve bu hedeflere ulaşmak için plan yapabilir. Bitkiler ise yalnızca biyolojik olarak programlanmış bir düzeni takip eder. Onların "amacı," dış bir bilinç veya gözlemci tarafından atfedilen bir anlamdan ibarettir. İnsanlar ise bilinçli düşünme yetenekleri sayesinde doğuştan gelen içgüdüsel amaçlarının ötesine geçip kültürel, entelektüel maddi veya manevi hedefler belirleyebilir. İnsanı diğer canlılardan yani hayvanlardan ayıran şey de budur. Hayvanlar da tıpkı bitkiler gibi bilinç sahibi değildir. Karar veremezler yalnızca içgüdüsel olarak programlanmışlardır. Amaç, bilinçli bir şekilde hedef belirlemek olarak tanımlandığında insana özgüdür.
Augustinus – İç Konuşmalar & Ruhun Ölümsüzlüğü Üzerine
Augustinus’un, İç Konuşmalar & Ruhun Ölümsüzlüğü Üzerine kitabında yaşamın amacı, insanın Tanrı’ya yönelerek ruhunun ölümsüzlüğünü keşfetmesi ve ebedi huzuru bulması olarak anlatılır. Augustinus, ruhun ölümsüzlüğü ve Tanrı’ya yönelimi yaşamın amacı olarak görür. O insan ruhunun huzur bulması ve anlam kazanması için Tanrı ile birleşmesi gerektiğini savunur. Bu, insanın dünyevi hazlardan uzaklaşıp ruhsal bir arayışa girmesiyle mümkündür. Ruh ise maddi dünyanın geçiciliğinin ötesindedir. İnsan, ruhunun ölümsüzlüğünü kavrayarak ebedi mutluluğa ulaşabilir. Augustinus, yaşamın anlamını dış dünyada değil, bireyin kendi iç dünyasında bulabileceğini öne sürer. Bu, "kendini bilmek" ve Tanrı’yla temasa geçip onu anlamakla mümkündür. Tanrı, "mutlak iyi" olarak yaşamın anlamını şekillendirir. Augustinus Tanrı’ya şöyle ulaşıyor: “Evet ben ölümlüyüm, bitimliyim etrafımdaki her şey öyle. Evrende kalıcı, sabit, değişmez, mutlak hiçbir şey yok ama ben matematik yapıyorum. Geometrinin hakikatleri doğruları zaman dışıdır, ezelidir, ebedidir, değişmez doğrulardır. Bu evrensel, zaman dışı, değişmez mutlak doğruları ben düşünmüş olamam. İki kere ikinin doğruluğunun teminatına ihtiyacım var yani Tanrı’ya. Tanrı geometrinin garantörüdür.”
Augustinus tüm yaşam felsefesini Tanrı’ya olan inancıyla ve tüm inancını da Tanrı’ya dair sunduğu “kanıtlarla” temellendirir. Ancak bu argümanlar geçerli mi? Yoksa yalnızca Augustinus’un zayıf insani yönünden doğan inanma ve amaç edinme ihtiyacının ürünü mü? Augustine, evrendeki düzenin, güzelliğin ve uyumun bir yaratıcının varlığını işaret ettiğini savunur. Evren, kendi başına böylesine karmaşık bir düzeni oluşturamaz; dolayısıyla, bu düzenin ardında akıllı bir tasarımcı olmalıdır. Ancak evren düzenli değildir. Evrene düzen kadar düzensizlik ve uyum kadar kaos hakimdir. Güzellik ise zaten başlı başına görecelidir. Akıllı bir tasarımcı fikri ise Tanrı’ya insani özellikler yüklemek demektir. İnsanın en ayırt edici, insanı insan yapan özeliği aklıdır. Bu bağlamda Tanrı’ya akıl atfetmek mantıklı görünse de onu insanlaştırmak anlamına gelir. Ayrıca bu insanoğlunun kibrinden ve mantığından doğan bir düşünce gibi geliyor bana. Sonuçta balıkların bir Tanrı’sı olsaydı yüzen bir Tanrı hayal ederdik. Kaplanların bir Tanrı’sı olsaydı hızlı koşan bir Tanrı hayal ederdik. Dolayısıyla bu geçerli bir argüman olamaz.
Augustinus'a göre, insanların vicdanı ve ahlaki doğruluk anlayışı, Tanrı'nın varlığını gösterir. Evrensel bir ahlak yasası ve doğru-yanlış ayrımı, mutlak bir iyilik kaynağına işaret eder. Bu mutlak iyilik ise Tanrı'nın kendisidir. Ancak evrende büyük bir kötülük ve ahlaksızlık problemi vardır. İnsanların Tanrı tarafından bahşedilmiş bir vicdanı veya Tanrı’nın iradesinden gelen bir mutlak iyiliği olsaydı dünyada öldürülen bebekler, tecavüze uğrayan çocuklar ve kadınlar olmazdı. Evrende ne mutlak bir iyilik ne de evrensel bir ahlak yoktur. Dolayısıyla bu argüman da kendi kendine çürümüş olur.
Augustinus, kötülüğün "iyiliğin yokluğu" olarak anlaşılmasını önerir. Ancak pesimist bir yaklaşımla şu sorgulamalar yapılabilir. Eğer Tanrı her şeyi yaratmışsa, neden böyle bir "yokluğa" izin vermiştir Tanrı’nın iyiliği ve her şeye gücü yetmesiyle kötülüğün varlığı arasındaki çelişki, Tanrı’nın ya iyi olmadığını ya evrene ilgisiz olduğunu ya da hiç var olmadığını gösterir. Augustinus’un insandaki kötülüğün yokluk olduğunu öne sürmesi, yalnızca Tanrı’nın varlığını kabul edenler için bir anlam taşır. Kötülüğün Tanrı sevgisinin yokluğu olduğunu savunması, Tanrı’nın varlığını sorgulayanlar için tatmin edici değildir ve Tanrı’nın ahlaki sorumluluğunu göz ardı eder. Tanrı’nın yokluğu, bu kavramları anlamsız kılar ve yaşamı, insanın kendi uydurduğu değerlerden ibaret bir kaos olarak tanımlar. Eğer Tanrı mutlak iyilikse, kötülüğe neden izin verir? Eğer kötülük bir yokluksa, bu "yokluğu" yaratma ve sürdürme sorumluluğu da Tanrı’ya aittir. Tanrı’nın, insanların acı çekmesine izin vermesi veya bu acıyı engellememesi, onun kötü olduğunu göstermez mi? Eğer Tanrı her şeyi bilense ve gücü yetense, kötülüğün varlığını açıklayacak tek şey onun bizzat kötü olmasıdır. Dostoyevski’nin 'Tanrı var ama iyi değil' savı bu bağlamda yeniden ele alınabilir. Kötülük ve iyilik, yalnızca insan zihninin yarattığı etik yanılsamalardır. Eğer karanlık ve soğuk gibi, yaşam da yalnızca bir "hiçlik" üzerine kuruluysa, bu durum yaşamın anlamsızlığını daha da güçlendirir. Bu yüzden yaşamın amacı diye bir şey yoktur; bu, insanların katlanamadıkları bir boşluğu doldurma çabasıdır.
Tanrı yoksa hayatın bir anlamı olduğunu iddia edemezsiniz, anlamsızlığı kabul etmelisiniz. Ahlaklı, iyi ya da kötü olmanın bir anlamı olduğunu hiç iddia edemezsiniz. (Cemre Demirel, Ahlak Felsefesinde Tanrı Nerede?) Çoğu filozof veya çoğu düşünür, Tanrı yoksa hiçbir şeyin bir anlamı olmadığını savunur ancak asıl Tanrı yoksa hayatın anlamı vardır. Bir kere yaşayabileceksem ve sonsuz yaşam yoksa asıl anlam buradadır, şuandadır. Bir tek şansım vardır ve dolu dolu yaşamalıyımdır. Ancak Tanrı fikri olmadan ahlak gerçekten temellendirilemez. Bu Tanrı inancı olmayan birinin ahlaksız olacağı anlamına gelmez ancak evrensel bir ahlak yasası için Tanrı temeline ihtiyaç vardır.
Augustinus, insanların zihnindeki değişmez gerçeklerin (örneğin, matematiksel doğrular, adalet gibi kavramlar) Tanrı'nın varlığına işaret ettiğini belirtir. Bu tür değişmez gerçekler, maddi dünyada var olamaz; dolayısıyla, bunların kaynağı aşkın bir varlık, yani Tanrı'dır. Ancak neyin gerçek olduğunu kim bilebilir? Matematiksel doğrular ya da adalet gibi kavramlar bizim uydurduğumuz kavramlardan ibarettir. Bunlar gerçekliği kanıtlanamayacak soyut kavramlardır. Gerçekliği kanıtlanamayacak soyut bir içerikle varlığı kanıtlanamamış Tanrı’yı kanıtlamak nasıl mümkün olabilir? Elbette olamaz, dolayısıyla bu da geçerli bir argüman değildir.
Augustinus’un tüm yaşam felsefesi Tanrı’nın varlığına dair sunduğu argümanların çürütülmesiyle birlikte anlamını yitiriyor. Eğer Tanrı’ya dair sunduğu kanıtlar geçerli değilse, hayatın amacının Tanrı’ya ulaşmak, ruhun ölümsüzlüğünü keşfetmek ve Tanrı’yla bir olmak olduğuna dair iddiaları da kendi kendini yok ediyor. Sonuçta var olmayan bir şey bulunamaz ve var olmayan bir şeyle temasa geçilemez onunla bir olunması mümkün değildir. Asıl önemlisi var olmayan bir şeyin amaç olması mümkün değildir.
Dinler ve Tanrı’nın Amacı
Çoğu dine göre, Tanrı'nın insanı yaratmasının bir amacı vardır: insanın Tanrı'ya ibadet etmesi, onunla bir ilişki kurması ve yaşamına anlam katması. İslam’da bu, “Ben cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım” ( Zariyat Suresi, 51:56) ayetiyle ifade edilir. Hristiyanlıkta ise Tanrı'nın dünyayı yaratmasının temelinde sevgisi yatar. Tanrı'nın amacı, insanlara sevgisini göstermek ve onları sevgiyle kutsamaktır.
Tanrı'nın mutlak, mükemmel ve her şeyden bağımsız olduğu düşüncesine göre ise, Tanrı'nın bir amaca ihtiyacı olmadığı savunulur. Tanrı'nın amacı olsaydı, bu onun eksik olduğunu ve bir şeye ihtiyaç duyduğu anlamına gelirdi. Eğer Tanrı mükemmel, her şeye kadir ve her şeyin kaynağı ise, bir amaca sahip olması çelişkilidir. Çünkü bir amaca sahip olmak, eksik bir durumdan tamamlanmaya geçişi gerektirir. Ancak Tanrı'nın amacı yoksa, bu onun yaratmayı neden seçtiği sorusunu da gündeme getirir. Birçok teolog ve filozof, Tanrı'nın amacını anlamanın insan aklını aşan bir mesele olduğunu öne sürer. Bu görüşe göre, Tanrı'nın amacı olup olmadığı sorusu, Tanrı’nın doğası gibi, insana tam anlamıyla açık olmayan bir gizemdir ve bu da yine her Tanrı sorusunda olduğu gibi kaçamak bir cevaptır. İnsan, kendi varoluşuna anlam katmak için bir amaca ihtiyaç duyar. Ancak Tanrı'nın, insana atfedilen bu gerekliliklere sahip olup olmadığını kesin olarak bilmek mümkün değildir.
Paul Tillich - Olmak Cesareti
Paul Tillich’e göre yaşamın amacı, varoluşsal kaygıya rağmen anlam yaratma cesaretini gösterip hayata tutunmaktır. Tillich, insanın varoluşsal kaygıya rağmen "var olma cesareti" göstermesi gerektiğini savunur. Yaşamın anlamı, bireyin kendi varlığını kabul ederek bu kaygıyla yüzleşmesinde yatar. "Cesaret, yaşamın anlamsızlığına rağmen yaşamayı seçmektir." Ona göre cesaret ahlaki bir hakikattir. Kökleri insan varoluşu ve kendi olmanın cesaretine uzanır. Cesaret neyden korkulacağını ve neye meydan okuyacağını bilmektir. O zaman neyin iyi, neyin kötü olduğunu da bilmemiz gerekir. Kişinin her koşulda bütün iyileri ve kötüleri bilmesi gerekir. Demek ki cesaret ahlaki bir erdemdir, ahlaklı olmayı zorunlu kılar. Dünyanın yapısını bilmek neyi onaylayacağımızı veya neyi reddedeceğimiz ile ilgilidir. Cesaret imanı ve umudu harmanlar. İmanı yeniden yorumlamak ve cesareti de iman için vazgeçilmez bir yere koymak gerekir. Olmak cesareti kendini yöneten, insanın, yokluk karşında var olma cesareti göstermesidir. Yaşam varoluş sancısı, ölüm kaygısı, suçluluk kaygısı ile yakından ilişkilidir ama var olma cesareti gösterirseniz var oluşunuz anlam kazanır. Böylece insan acıların üstüne çıkar. Varlığın belirledikleri, Tanrı’nın belirlenimleri, varoluşun anlamsızlığını aşmak anlamına gelir. Bu Tanrı’lardan da aşkın olmak, Tanrı’nın özgür iradesinin bir parçası olmak anlamına gelir. Bu kendini onaylamaktır. Cesaret yokluğun tehdidi altındadır. Kişinin dünyasını kaybetmesi riskini içerir. Kader ve ölüm kaygısında yaşanan anlamsızlık kaygısında bu üç yönlü cesaretin kökleri daha büyük bir var olma cesaretinin ötesindedir. İman ile anlam bulma, sonlu perspektifin dışına çıkıp sonsuz perspektifle buluşma çıkışıdır. Yokluk karşısında varlık gösterebilme cesaretidir.
Tillich, eserinde birçok filozoftan bahseder. Bunlardan biri Kierkegaard’dır. Kierkegaard, imanı Tanrı’ya inanç olarak değil anlamı bulma olarak görür. Ona göre niçin yaşamalıyız sorusunun cevabı yoktur. Yaşam absürttür. Bu absürtlüğe yakışacak en büyük absürtlük imandır. İrrasyonaliteye karşı irrasyonel karşılık verilir. Korku ve kaygıya teslim olmamanın yolu imandır. Bu tür anlamsız varoluş durumu ölümcül hastalık gibidir. Bedeni değil ruhu kemiren bir hastalık. Ona göre kaygısızlık ve korkusuzluk yaşamdan bir beklenti kalmadığı anlamına gelir. En azından Kierkegaard’ın felsefesi çoğu filozofun aksine inancın irrasyonel olduğunu kabul eder.
Nietzsche’ye göre yaşamın amacı, onu yaratmak cesaretine sahip olmaktır. Bireyin kendi değerlerini yaratarak özgürlüğünü ve iradesini gerçekleştirmesidir. "Üstinsan" idealine ulaşmak, bireyin kendi iradesiyle yaşamına anlam katmasıdır. Geleneksel ahlakı reddederek, insan kendi özgürlüğünü ve iradesini keşfetmelidir. Nietzsche’ye göre yaşamda objektif bir anlam yoktur; insanlar anlam yaratmak zorundadır. Nietzsche, bu durumu "optimistik nihilizm" olarak adlandırır ve insanların bu boşluktan kurtulmak için kendi değerlerini yaratması gerektiğini savunur. "Tanrı öldü" demek Tanrı hakikatin alanından dışarı çıkmıştır demektir. Bu “şeylerin” anlam bulamayacağı bir noktadır. Tanrının öldüğü sahne anlamsızlığın ve umutsuzluğun sahnelendiği sonsuz andır. Nihilizm çölü büyüdü her şey kayboldu, çöl her şeyi yuttu. Çölün beraberinde getirdiği şey ise umutsuzluk, karamsarlık, anlamsızlıktır. Nietzsche’ye göre Tanrı'nın ölümü insan için bir fırsattır. Tanrının üstündeki Tanrı'yı arama ve bulma vakti gelmiştir. Kendi sınırlarının dışına çıkmalıdır üstinsan. Bu her şeyin tekrar anlamını kazandığı andır.
Pesimist Filozoflara Göre Yaşamın Amacı Nedir?
Pesimist filozoflar, yaşamın amacı sorusuna genellikle hayata dair karamsar bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Temel argümanları, yaşamın anlamsız, acı dolu veya kaçınılmaz bir mücadele olduğu yönündedir. Sartre’a göre yaşamın amacı önceden belirlenmiş değildir, çünkü insan varoluşu anlamsızdır. Ancak bu, insanın kendi anlamını yaratamayacağı anlamına gelmez. Özgür seçimlerimizle hayatımıza anlam katarız. Schopenhauer, yaşamın bir mücadele ve acı ile dolu olduğunu söyler. Bu nedenle, yaşamın amacı arzularımızı sınırlayarak acıyı en aza indirmek ve mümkünse Nirvana benzeri bir dinginlik hâline ulaşmaktır Schopenhauer, hayatın bir "isteme" (arzu ve istekler) döngüsünden ibaret olduğunu savunur. İnsanların sürekli tatminsizlik içinde arzularını yerine getirmeye çalıştığını, ancak bu arzuların yerine getirilmesinin geçici bir rahatlama sağladığını ve ardından yeni arzuların ortaya çıktığını söyler. Ona göre yaşamın amacı yoktur, çünkü bu döngü sonsuzdur ve tatmin edici bir nihai anlam içermez. En iyi çözüm, istemenin üstesinden gelmek ve arzuların peşinden koşmayı bırakmaktır. Cioran, yaşamı bir "hata" olarak tanımlar ve varoluşun kendisini büyük bir trajedi olarak görür. Ona göre, hayat, acı çekme ile tanımlanır. İnsanın varoluşu bir tür "lanet" gibidir ve bu duruma anlam yüklemek bir illüzyondan ibarettir. Sessizlik ve teslimiyet, bu trajik durumu kabul etmenin bir yoludur. Camus, yaşamın içsel bir amacı olmadığını ve evrenin anlamdan yoksun olduğunu savunur. Ancak bu anlamsızlık karşısında isyan etmek, yaşamı dolu dolu yaşamak ve "Sisifos gibi taşımızı yuvarlamaya devam etmek" yaşamın anlamıdır. Camus, yaşamın absürd olduğunu, çünkü insanlar anlam ararken evrenin bu anlamı sağlayamayacağını savunur. Ancak pesimistlerden farklı olarak Camus, anlamsızlığı kabul etmenin ve buna rağmen yaşamaya devam etmenin bir meydan okuma olduğunu öne sürer. Yaşamın amacı, onun absürdlüğüne karşı bir başkaldırı olabilir. Pesimist filozoflar, yaşamın objektif bir amacı olmadığını, insanların bu amaçsızlık içinde mücadele ettiğini ve çoğunlukla acı çektiğini savunurlar. Çözüm önerileri genellikle anlam arayışını bırakmak, acıyı kabullenmek, veya tamamen yaşamdan el çekmektir. Bu görüşler, depresif bulunabilir ancak pesimist felsefenin temel noktalarından biri gerçeklerle yüzleşmektir.
True Detective ve Yaşamın Amacı
True Detective dizisi, pesimist felsefeye derin göndermeler yapar ve karakterlerin diyaloglarında yaşamın amacı, varoluşun anlamı ve insan doğasına dair oldukça karamsar görüşler sunar. Özellikle Rust Cohle karakteri, pesimist filozofları andıran felsefi söylemleriyle dikkat çeker. Rust'un yaşamın amacı hakkındaki düşünceleri, Schopenhauer, Nietzsche ve Cioran gibi düşünürlerin görüşlerine benzer bir şekilde ifade edilir.
Başkarakter Rust, zamanın döngüsel olduğunu ve insanların aynı hataları tekrar tekrar yaptığını düşünür. Dizide şu görüşü dile getirir: "Hiçbir şeyin çözülmediği bir dünya bu. Bir zamanlar birisi bana zamanın düz bir çember olduğunu yaptığımız ve yapacağımız her şeyi tekrar tekrar yapacağımızı söylemişti. Şu an yaşamakta olduğumuz hayatı sonsuz kere ve tekrardan yaşayacağımızı düşünmek. İnsan bu sinir bozucu yaşam döngüsünü kucaklarsa, bazı şeylerin asla istediği gibi olmayacağını her şeye rağmen bu döngüyü kabul ederse nihilizm belasından kurtulacaktır. İyilik ve kötülük arasında asla sonuçlanmayacak bir mücadeleyi kabullenmenin verdiği dinginliğe ulaşacaktır. Bu fikir, Nietzsche'nin "Bengi Dönüş” kavramını çağrıştırır. Ancak Rust, Nietzsche'nin aksine bu fikri umutla değil, bir tür çaresizlikle dile getirir. Rust, yaşamı doğrudan anlamsız ve absürt bir mücadele olarak görür. İnsanların varoluşunu bir tür "yanlışlık" veya "kazara olmuş bir şey" olarak kabul eder. Bir sahnede, insanlık için şu ifadeyi kullanır: "Bana göre insan bilinci evrimdeki trajik bir hatadır. Haddinden fazla farkındalık sahibi olduk. Doğa kendisinden bağımsız bir görüş yarattı. Doğa kurallarına göre biz insanların var olmaması gerekiyordu. Türümüzün yapabileceği en onurlu hareket programlanışımızı reddetmektir, üremeyi durdurmaktır. El ele kendi soyumuzu tüketmektir." Bu görüş, Schopenhauer ve Cioran'ın insan varoluşunu acı ve anlamsızlık çerçevesinde ele almalarına oldukça benzer. Rust, insanların acı çekmek ve sonunda yok olmak üzere yaratıldığını düşünür. İnsanlık için varoluşu bir tür "lanet" olarak görür: Ona göre İnsanlık, kendisini yok etmeyi reddeden bir virüstür. Bu görüş, Cioran'ın yaşamın bir hata olduğu ve insanlığın varlığının bir trajedi olduğu düşüncesiyle de örtüşür. Rust'un düşünceleri genellikle nihilizme yakın bir çizgidedir. İnsanların kendi varoluşlarını sorgulamalarını ve bu anlamsızlıkla yüzleşmelerini gerektiğini savunur.
House M.D ve Yaşamın Amacı
“Hayattaki amaç sefaleti kaldırmak değil, acıyı en düşük seviye tutmak, acıyı minimize etmektir. “
Dr. House, yaşamın amacı hakkında felsefi bir tavır sergilerken çoğunlukla nihilist ve materyalist bir yaklaşım benimser. House'un görüşleri, onun insan doğasına ve varoluşa dair karamsar ve zeka dolu bir yorum sunmasına dayanır. House, hayatta mutlak bir anlam veya amaç olmadığını düşünür. Ona göre, insanlar genellikle bu anlamsızlığı görmezden gelmek için kendilerini kandırır. Din, aşk, dostluk veya başarı gibi kavramların çoğunu birer illüzyon olarak görür ve sık sık bu görüşünü alaycı bir şekilde dile getirir. Bir bölümde, "Hayatın amacı ne?" sorusuna dolaylı olarak şöyle yanıt verir: "Her şey biter. Bu yüzden hayat anlamsız. Ama bu da onu biraz anlamlı kılar." House, yaşamın temel bir döngüye dayandığını düşünür: acı çekmek ve kısa süreli keyif anları yaşamak. Ona göre, insanlar bu keyif anları için hayatın geri kalan acılarına katlanır. Kendisi de kronik ağrısıyla başa çıkmak için Vicodin kullanır ve bu bağımlılığını yaşamın anlamsızlığına bir yanıt olarak savunur. Bir bölümde, mutluluk arayışı hakkında şunları söyler: "Mutluluk, acının azaldığı anlarda hissedilen geçici bir yanılsamadır.” House, yaşamın herhangi bir mistik veya dini anlamı olmadığına inanır ve yaşamın amacı sorusuna genellikle bilimsel bir çerçeveden yaklaşır. İnsanların biyolojik varlıklar olduğunu ve hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ettiklerini savunur. Sevgi, bağlılık veya fedakarlık gibi şeyleri biyolojik ve kimyasal süreçlere indirger. Bir hastasına şunu söylemiştir: "Hayatın amacı DNA'nı sonraki nesle aktarmaktır. Gerisi hikâyedir." House, kendisinin hayata dair keskin ve karamsar bir bakış açısına sahip olmasına rağmen, sık sık bu görüşleriyle çelişir. Örneğin, hastalarını tedavi ederken hastasını yaşamın bir şekilde önemli olduğuna dair ikna etmeye çalışır. Ancak bunu, insanlık değil, mantık ve bilim kazansın diye yaptığını söyler. House, bu çelişkisini şöyle dile getirir: "Yaşamın amacı yok. Ama bu, yaşamanı engellememeli." Her ne kadar House yaşamın nihai bir amacı olmadığını düşünse de, o anlamsızlığın içinde zekasını, esprilerini ve küçük keyiflerini sürdürür. Müziğe olan tutkusu, karmaşık bulmacaları çözme arzusu ve çaktırmasa da sevdiklerine duyduğu bağlılık, onun bu anlamsızlık içinde bir tür "anlam yaratma" çabasıdır. Dr. House’un hayat görüşü, Schopenhauer, Nietzsche, Camus ve hatta Freud gibi düşünürlerin karışımını andırır. House’un pesimist ama zekice dile getirilmiş felsefesi, hem karakteri hem de diziyi unutulmaz kılar.
Yaşamın Amacı ve Mutluluk
Genel olarak filozoflar ve insanlar hayatın amacının mutluluk olduğunu söylüyor. Aksi gibi filozofların hiçbiri mutlu değil, hepsi sürekli biçimde acı çekiyor. Filozofların ölüm sebebine baktığımızda çoğunlukla intiharla karşılaşırız. Yaşamın ağırlığını yüklenen bir ruhun sonuyla. Çünkü erdemli biri olmanın, adil biri olmanın, dürüst biri olmanın, ölçülü biri olmanın bir bedeli vardır. Dünya böyle bir yer değil. Aristoteles’e göre mutluluk erdemli bir yaşam sürmekle mümkündü. Bence mutluluk diye bir şey yok. Mutluluk yalnızca bir gün ulaşma hayali kurduğumuz bir hayalden ibaret. Fakat diyelim ki mutluluk var, erdemli bir insan ya da adaletli bir insan, başka bir deyişle farkındalık sahibi olan bir zihin nasıl mutlu olabilir? Machiavelli’e göre “kişinin nasıl yaşadığı ile nasıl yaşaması gerektiği arasında öyle büyük uçurum vardır ki yapılması gereken uğruna yapılanı terk eden kişi çok geçmeden korunmasını değil yıkımını öğrenmiş olur. Çünkü her zaman iyi bir insan olmak isteyen kişi iyi olmayan onca insan arasında kesinlikle yıkıma uğrayacaktır.”
Yaşamın Amacı
Hayata gelme amacımız ne? Hayatın anlamı ne? Var olmamızın bir nedeni var mı? Bütün bunların cevapları olsa bile Tanrı’nın olduğu ya da olmadığı bir dünyada yalnızca salt acı çekmemize sebep olacak. Tam da bu yüzden yaşam döngüsüne giren her insan birer kurban, bu dünya bir acı labirenti. İnsan olmak, istemediğimiz bir yaşam sarmalının içine zorla katılıp, kontrol sahibi olamadığımız bir dünyada acı döngüsünden çıkmaya çalışmaktan ibaret. Ruhlarımız olabildiğince acı çekene kadar canlı kalacak. Bu acı labirentinden nasıl çıkacağız? Çıkış var mı bilmiyorum ama “yaşamak acı çekmektir, hayatta kalmak bu acıda bir anlam bulmaktır.” (Nietzsche, F. (2020). Hayat Dediğin Nedir Ki? (Derleyen: Ahmet Demir, Çeviren: Mehmet Çelik). Alfa Yayıncılık).
Hayatım boyunca ne ölüme ne de yaşama tutunamadım, her anın nasılını ve niçinini sorguladım. Hayatın anlamını bulamadım ancak var olan ve mecbur kalınan hayatın amacının acıyı minimize etmek olduğunu düşünüyorum. Yaşamak için bir nedeni olan, hayatta bir amacı olan, her türlü nasıla katlanır diyor Nietzsche. Gerçekten böyle mi? Ben hayatın bir amacı olduğuna ya da her şeyin bir nedeni, anlamı, olduğuna inanmıyorum. Yaşamak için bir nedeni olmayan insan yaşamaya nasıl devam edecek? Bunca acıdan sonra nasıl yaşayacak? Sonunu bile bile nasıl sevecek? İşin aslı şu ki ne zaman sevmeye kalksam yaşamı ne zaman içimde bir umut tütse, inanmaya cüret etsem insanlara, hissettiğim tek ve gerçek şey acı.
Hayatın amacının olması mümkünse, bu amaç ne olabilir? Platon bilgiye gerekçelendirilmiş doğru inanç diyordu. İnsanların yaşamın amacı diye nitelendirdiği şeylerin ve gerekçelerinin çürük olduğunu görüyorum. Gerekçesiz bir yaşam, amaçsız bir yaşamdır. Herkesin birbirini sevdiğini söylediği ama kimsenin birbirini sevmediği, “her şey para değildir” deyip parası olmayanın kaale alınmadığı, güzel sözler söylenip çirkin şeylerin yapıldığı, yüzüne karşı gülümseyip arkandan küfür edildiği, samimiyetsiz, güvensiz ve sevgisiz bir çağda yaşıyoruz. Bazen hayatın kaybedilen her şeye rağmen kaybedilmeyen tek şeyin savaşını vermek olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki burası dünya, burada hep bir şeyler yarım kalacak. Stoacılara göre ölüm kaygısı bir hiçlik kaygısı olarak yaşamı tehdit eder. Yaşanmasa bile yaşamı tehdit eden bir hiçlik. Bu tehditle birlikte hepimiz kendi kimliklerimizin esiriyizdir ve kendi yarattığımız hapishanelerde yaşıyoruzdur. Depresyon ise olabilecekler için ruhu yas tutmaya daha kolay hazırlamaktır. Yaşanmamış bir yaşamın yasına. Bu bağlamda, depresyon yaşamın bir amacı olmadığını fark eden rasyonel bir hastalıksa?
Amaçsızlık ve İntihar
Peki sahiden yaşamın bir amacı yoksa yaşamak için neden bir nedenimiz olsun? Bitki hayvan ve insan arasında, acı çekmek hayvan ve insan türünün ortak özelliklerinden biridir. Ancak hayvanlar bilinçli olmadıklarından intihar etme kararı verme yetisine sahip değildirler. Bir ödül mü ceza mı tartışılır fakat insan korkunç güzellikteki sistemi sayesinde aynı anda hem bilince sahip hem de acı çekme yetisine sahiptir. Bunun sonucunda ise acıyı sonlandırma eğilimi olarak intihar kararı devreye girer. Yaşamak için bir nedenimiz yoksa neden ölmek için bir nedenimiz olsun ki sorusunun cevabı acıyı sonlandırmak olacaktır. “Seni öldürmeyen acı güçlendirir” diyerek romantize eder Nietzsche acıyı. Bu beni sinirlendirse de bir gerçeklik taşıdığını da biliyorum. Ancak güçlü olmak isteyip istemediğimiz bize bir seçenek olarak sunulmadı. Amaç, bilinçli bir şekilde hedef belirlemek olarak tanımlandığında insana özgüdür demiştik. Bu bağlamda bilinçli bir şekilde yaşamı sonlandırmak ise amaca uygun mantıklı bir hedeftir. Tamamıyla sağlıklı biri olmak mümkünse tamamen sağlıklı bir intihar da mümkün müdür? Aklı başında birinin intiharı rasyonel bir karar mıdır? Ya da başka bir deyişle yalnızca yaşamın bizden götürdüklerini hesaplayabilen rasyonel biri mi intihar eder? Kendimizi boşluğun kucağına bırakabilme kapasitesi taşıyor olmamızın bizi insan kılan şeylerden biri olduğu bile düşünüyorum. Hume, “yaşamaya değer olduğu sürece hiç kimsenin hayatına son vereceğine inanmıyorum” der. Hayat ne zaman yaşanmaya değerdir ne zaman değildir? Hume, hayat bir külfet haline geldiğinde daha fazla sürdürülmesinin saçma olduğunu söyler. Ona göre de intihar gayet rasyonel meşru bir eylemdir.
“Bugün kendimi incittim
Hâlâ hissedebiliyor muyum, göreyim diye
Acıya odaklanıyorum
Gerçek olan tek şeye.” (Reznor, T. (1994). Hurt. The Downward Spiral [Album]. Nothing Records.).
Yaşamımız boyunca hep bir şeylerin zamanla yoluna gireceği söylentileriyle büyüdük. Büyüdüğümüzde de kendimizi aynı sözlerle avuttuk. Her şey yoluna girecek çünkü şuna sahip olunca mutlu olacağım, o beni sevince mutlu olacağım. Bu fanteziler, aslında her şeyin, her geçen gün daha kötüye gittiğinin farkına varamamamıza sebep oldu. Benim karamsar olduğumu düşünebilirsiniz ama sevdiğimiz insanlarla yolumuz ayrılacak. Annemiz ve babamız ölecek, sevdiğimiz insanlar, hayvanlar ölecek. Bir gün uyandığımızda kendimize dair bildiğimiz her şeyi kaybetmiş olacağız. En iyi ihtimalle genç öleceğiz. Birini gerçekten sevmenin ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
Hayat bu, her şeyin büyük nedenleri yok. Bazen gitmek istersin nedensiz gidersin. Bazen kalmak istersin nedensiz kalırsın. Bazen de ölmek istersin, ölemezsin. Bu yüzden insan ya yaşamı ya da ölümü ciddiye almalı. “Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder; çünkü, her yerde olmak hiçbir yerde olmamaktır.” (Montaigne, M. (2021). Denemeler (Çev. Sabahattin Eyüboğlu). İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.)
Camus'nün Sisifos Söyleni adlı eserinde, insanın hayatındaki anlamsızlık ve intihar arasındaki ilişki detaylı bir şekilde ele alınır. Camus, insanın "hayatın anlamını sorgulamasıyla" absürd (anlamsızlık) ile karşı karşıya kaldığını savunur. İnsan, evrenin anlamdan yoksun olduğunu fark eder ve bu farkındalık intiharı düşünmesine yol açabilir. Ancak Camus, intiharın bir çözüm olmadığını, aksine bu anlamsızlık karşısında yaşamı kabullenmenin ve "absürde isyan etmenin" insanın asil görevi olduğunu belirtir. Camus’un bu bakış açısı insanları intihardan alıkoymak için yapılan yeterince temellendirilmemiş bir düşünce gibi geliyor bana. Üstelik Sisifos’u mutlu hayal etmemiz gerektiğini söylüyor. Bu yüzden yaşadığımız dünya çok gülünç bir yanılgı ve çaba gibi geliyor bana. Kimse uğruna yaşamaya değecek realist ve rasyonel bir şeye ikna edemez beni. Hele bu dünyada bir amacımız olduğunu düşünmek... Tanrı varsa eğer eminim en büyük eğlencesi o tepeye o dev kayayı çıkarmaya çalışan biz zavallı insanlarızdır. Ben ise umut bu işkenceyi uzatacağından, “hiçbir şey ummuyorum hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.” (Kazancakis, Nikos. Zorba. Çev. A. Kadir. İstanbul: Can Yayınları, 2006). Hiçbirimiz için umut yok. Ben sadece yapmam gerekeni yapıyor, yaşıyor, dünyada daha az yer kaplamaya çalışıyorum. Bana göre intihar edebilme düşüncesi ve seçeneği bile bir tür özgürlük duygusu yaratır.
İntihara bir de inanç perspektifinden bakalım. “Tanrı herkesi seviyorsa böylesi bir sevginin boyutunun yarattıklarından birinin taşıyamayacak kadar ağır bir yükü sırtlanıp altında ezildiği hallerde intihar etmesine izin vermeye kadar genişletilmesi gerekmez miydi? Herkesi seven bir Tanrı nasıl olur da inanılmaz acı veren bir hayatın sürdürülmesini dileyebilir ki? Böyle acıların sürmesini istemek bu sevgiyi, buyruğun katıksız kuvvetiyle karıştırmak değil midir? Tanrı kendi canına kıymanın yasaklıyorum diyebilir, gel gör ki sevgi bu değildir. Sevilen kişi sevgiyi reddedemiyorsa o zaman sevgi zorlayıcı bir denetime, sözleşmeli bir yükümlülük ve buyruğa indirgenmiş demektir. Bunların da hiçbiri sevgi değildir. Eğer Tanrı herkesi seviyorsa kadın, erkek, hayvan demeksizin bu sevgiyi reddetmemize, hayatımızın ve ölümümüzün kontrolünü elimize almamıza izin vermelidir. Eğer insan özgürse taşıdığı risklere de müsaade etmesi gerekir. Aksi takdirde Tanrı’nın sevgisi de despotluğa dönüşüp yıkılır.” (Critchley, S. (2024). İntihar Üzerine Notlar. (Çev. Utku Özmakas). Sel Yayıncılık.)
Son olarak Nilgün Marmara intihar mektubunda yaşamın anlamsızlığını ve çektiği acıyı şu sözlerle anlatmış: "Yarının hiçlik olması tehdidiyle mutlu olamam ve olmayacağım. Derin bir hakaret bu... Bu yüzden, beni acı çekmem ve yok olmam için, fikrimi sormadan ve küstahça var eden bu doğayı; su götürmez davacı, savcı ve davalı rolümle, kendimle birlikte mahkûm ediyorum... Doğayı yok edemediğim için de, sadece kendimi yok ediyorum, hiçbir suçlunun bulunmadığı bir tiranlığa katlanmaktan bezmiş olarak..."(3) (Marmara, N. (1993). Kırmızı Kahverengi Defter. İstanbul: YKY Yayınları).
"Uğruna yaşamaya değecek ne var ki?"
Comentarios