top of page
Yürüyüş İnsanlar

Friedrich Nietzsche - Böyle Buyurdu Zerdüşt İncelemesi

Güncelleme tarihi: 11 Oca

Friedrich Nietzsche

Friedrich Wilhelm Nietzsche, Alman klasik filolog ve filozoftur. Nietzsche'nin fikirleri ve üslubu, yerleşik düşünce kalıplarını kırmıştır, bu nedenle yaşadığı dönemde değeri pek bilinmemiş, var olan bir klasik disipline sokulamamıştır. Ancak felsefe neredeyse Nietzsche'den öncesi ve sonrası diye doğal bir ayrıma uğramıştır. Onun felsefesini anlamak yoğun akıl yürütme gerektirir. Nietzsche "Böyle Buyurdu Zerdüşt" kitabında bir insanın nasıl bir insan olması gerektiğini, nasıl bir yaşam sürmesi gerektiğini anlatır. Nietzsche bu kitapta tüm değerleri hiçe sayarak yeni bir değerler sistemi inşa edecek, yepyeni bir yaşam felsefesi ortaya koyacaktır. Nietzsche'nin çekiçle felsefe yapıyorum demesi tam anlamıyla onu anlatır.

Tanrı öldü. Tanrıdan geriye bir ölü kaldı. Ve onu biz öldürdük. Kendimizi nasıl avutacağız, biz katillerin katilleri?

Çocukluk Dönemi

"Nietzsche, 15 Ekim 1844'te Almanya'nın Röcken kasabasında doğdu. Ailesi Luther'ci bir inanışa sahipti ve iki kardeşi daha vardı. Nietzsche, çocukluğunda din adamı olmak isteyeceği düşünülürdü, ancak hayatı tam tersi yönde ilerledi. Babası bir Lutheran papazıydı ancak 1849'da Nietzsche henüz 5 yaşındayken öldü. Erkek kardeşi ise iki yaşındayken öldü. Bunun üzerine anneannesi ve iki halasıyla yaşamak zorunda kaldılar. 1856'da anneannesinin de ölümünden sonra annesi ve Nietzsche, şu anda bir müze olarak kullanılan kendi evlerine yerleştiler. Nietzsche, yoğun çevre baskısına maruz kalmış ve ağır bir Luther anlayışı ile yetiştirilmek istemişse de, aynı zamanda iyi bir eğitim alabilmesi istenmiş ve özel bir okula yerleştirilmişti. Kendisini güçlü bir entelektüel çevrede buldu, klasik müzik ve edebiyatla ilgilendi."


Yetişkinlik Dönemi

"Eğitim süresince biraz olsun çevre baskısından ve dogmatik Luther anlayışından uzak kalmayı başarmış, çeşitli kültürlerin kaynaklarını okumuş, felsefe tarihinden öğrendiği şeylerle kendisine yeni bir şeyler katmıştı. Bir yandan değişik bir karaktere sahipti, nerede aykırı, sevilmeyen şair veya müzisyen varsa onları takip ediyor, öğretmenleri ve çevresi tarafından terbiyesizlik diye adlandırılan şeylere eğilim gösteriyordu. Ya doğuştan böyle farklı bir yapıya sahipti ya da özellikle farklı olmak için çaba gösteriyordu. 1864'te ki mezuniyetinden sonra Bonn Üniversitesinde teoloji ve klasik filoloji alanlarında çalışmalarına başladı. Bir sömestr sonra inancını tamamen kaybetti. Gerçi zaten inançlı biri olduğunu söyleyemeyiz ve belki de ailesinden gördüğü din baskısı özellikle annesine karşı olan nefreti zaten onu daha çocukken kendinden soğutmuş olabilir. Ayrıca "çoğunluk neyi kabul ediyorsa o yanlıştır" şeklinde bir mantığa sahip olduğu için onun uslu bir şekilde İsa'ya iman etmesini de bekleyemeyiz. Nietzsche, Bonn ve Leipzig üniversitelerinde filoloji eğitimi aldı. 24 yaşında profesör oldu. Ancak sağlığı kötüleşince akademik kariyerini bıraktı. Bu dönemde hem eserlerini yazdı hem de zihinsel krizler yaşadı. Yalnız bir yaşam sürdü ve uzun yıllar boyunca sürekli seyahat etti. Birçok hastalıkla mücadele eden Nietzsche,1889'da zihinsel bir çöküş yaşadı. Nietzsche'nin zihinsel çöküşü ve deliliğe sürüklenmesi, felsefi bir figür olarak hayatına dair en trajik olaylardan biridir. 1889 yılında geçirdiği zihinsel çöküşten sonra, hayatının geri kalanını akıl hastanelerinde ve kız kardeşi Elizabeth'in bakımında geçirmiştir. Onun bu deliliği, yarattığı büyük felsefi yapının ağırlığını taşıyamadığı, düşüncelerinin ve duygularının arasında, zihinin içinde sıkışıp kaldığı şeklinde felsefe dünyasında efsaneleşmiştir."


Böyle Buyurdu Zerdüşt İncelemesi

Tarihte Zerdüşt , iyilik ve kötülük arasında net bir çizgi çekmiş ve düalist bir etik sistemi kurmuştur. Nietzsche ise tüm bu alışagelmiş ahlaki değerleri yıkmak için onları ortaya koyan kişiyle yüzleşmeyi seçmiştir. Bu da Zerdüşt figürünü onun felsefi eleştirisi için uygun bir araç haline getirmiştir. Bu kez Zerdüşt üstinsan olmak için yeni değerler yaratacaktır. Nietzsche'nin çekiçle felsefe yapıyorum derken kastettiği budur.

Nietzsche ablasına yazdığı bir mektupta şöyle der: "Sonuç olarak insanların yolu ikiye ayrılıyor: Huzur ve zevk diye didinip durmak istiyorsan inanmak; hakikatin tutkunu olmak istiyorsan sorgulamak." Bu mektup onun artık en ufak bir inanç kırıntısına sahip olmadığını gösterir. Bütün kitap boyunca bu hakikat tutkusunu, arayışı ve sorgulamayı göreceğiz.

Gerçekten de size şunu öneririm: Ayrılın benden ve Zerdüşt'e karşı koyun! Dahası: Utanın ondan! Belki de aldatmıştır sizi. Artık beni yitirip kendinizi bulmanızı istiyorum sizden; ancak hepiniz beni yadsıdığınızda döneceğim size.

Böyle Buyurdu Zerdüşt'de Geçen Kavramlar:


Üstinsan

Nietzsche'nin en bilinen kavramlarından biri ve kitabın ana temasını belirleyen kavram "üstinsan"dır. Nietzsche, insanlara din dışındaki gerçek varlıklarının anlamını öğretmek istediğini söylüyor. Nietzsche'ye göre insan, hayvan ve üstinsan arasında bir yerdedir. O evrimin henüz tamamlanmadığını düşünür, insanların evrimine devam edip bir üst noktaya, olabilecek en üst noktaya yani üst insana ulaşması gerektiğini söyler.  Üstinsan, insanın kendi doğasını aşması anlamına gelir. Üstinsan tüm zayıflığından arınmış sürü psikolojisinden ve ahlakından kurtulmuş güçlü, sağlam bir karakterdir. Böyle Buyurdu Zerdüşt'te insan, üstinsanın gözünde maymun olacaktır diyor. "İnsan hayvan ile üstinsan arasında örülmüş bir iptir; uçurum üzerine gerilmiş bir ip. Tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve tehlikeli bir duraksayış." Ona göre üstinsan hedefken insan ancak bir köprüdür.

Size üstinsanı öğretiyorum. İnsan yenilmesi gereken bir şeydir. Onu yenmek için ne yaptınız?
Öldü bütün tanrılar, üstinsanın yaşamasını istiyoruz artık.

Üstinsan Özellikleri


1- Üstinsan kendi yarattığı değerlerin peşinden gider:

Üstinsan kendini hiçbir norma, hiçbir dine, toplumun hiçbir geleneksel inancına bağlı kılmaz. Üstinsanın zihni, yaşadığı toplumdan da diğer tüm insanlardan da arınmıştır. Bütün kabul görmüş inançları ve değerleri reddeder. Kendi yarattığı değerler onun için herkesten ve her şeyden üstündür. Üstinsan mecburi yalnızdır, toplum tarafından dışlanır çünkü herkesin peşinden gittiği kişilerin peşinden gitmez, herkesin gittiği yoldan gitmez, herkes gibi düşünmez, herkes gibi yaşamaz. Nietzsche'ye göre kişi ancak kendisini terk ettiği zaman hayalinde yaklaşabilir üst kahramana. O kendi başına kendi idealleri ve değerleri ile tek başına yol alır. Erdemini ve iradesini bunlardan alır.

"İddia ederim ki benim üstinsan dediğime siz şeytan diyeceksiniz."

2- Üstinsan acıdan kaçmaz:

Üstinsan acıya karşı cesurca güçlü bir duruş sergiler. Acı çekmekten korkmaz, acıdan kaçmaz, kaçınmaz. Acıyı hissetmek ister. Nietzsche "Ruhun nihai özgürleştiricisi acıdır" der. Acıyı özgürleştirici, öğretici ve olgunlaştırıcı bir deneyim hatta belki bir şans olarak görür. Acı deneyimlere ve acıya değer verir. Üstinsan herkes gibi olmadığından doğal olarak acı çeker hatta acıyı yaşamın bir parçası olarak gerekli görür. Üstinsan için acı çekmek kendi olma cesareti gösterdiğinin, var olma cesareti gösterdiğinin mükemmel bir kanıtıdır.

Yaşamak acı çekmektir, hayatta kalmak bu acıda bir anlam bulmaktır.

3- Üstinsan bencil doğasını kabullenir:

Nietzsche insanların özünde karanlık doğalarının olduğuna inanır. İnsanlar bu karanlık tarafı reddetmemelidir. Aksine insan karanlık ve bencil doğasını kabul edip kendini üstinsana dönüştürmelidir. Onun karanlık ve bencillik anlayışı başkalarına zarar veren veya çıkarcı bir bencillik değildir. Gerekmedikçe kimseye zarar vermez. O üstinsanın kendi hayatını yönetme ve kendi değerlerini yaratma bencilliği göstermesini ister. Bu cesaret ister ve kendin olmayı beraberinde getirir.

''Sana bütün kötülükleri sunuyorum. Bu yüzden senden iyiyi istiyorum. Pençeleri olmadığı için kendilerini iyi addedenlerin zayıflığı beni her zaman güldürmüştür.''

4- Üstinsan efendi ahlakına sahiptir:

Nietzsche, sürü ahlakı kavramıyla insan topluluklarının veya yöneticilerin bireyleri kontrol altında tutma çabalarını eleştirir. Toplum, bireyin zayıflığını, bağımlılığını ve itaatkârlığını ödüllendirir, bireyselliği, iradeyi ve gücü ise tehlikeli korkutucu bulur. Sürü ahlakı, kitleleri pasif ve itaatkâr kılarken, Nietzsche'nin "efendi ahlakı" olarak tanımladığı ahlak sistemi, bireysel gücü ve iradeyi ön planda tutarak üstinsanı yaratır. Ona göre her bir kimse efendi ahlakına sahip olarak üstinsana ulaşmalıdır.

"Kendi kendine iyini ve kötünü verebilir misin ve istemini bir yasa gibi üzerine asabilir misin? Kendi kendinin yargıcı ve kendi yasanın intikamcısı olabilir misin? Korkunçtur kendi yasasının yargıcı ve intikamcısı ile yalnız kalmak. Bugün kalabalıktan rahatsız olursun, ey tek kişi: Bugünlük henüz tamamdır cesaretinle umudun. Gün gelecek yalnızlık yoracaktır seni, gün gelecek eğilecektir gururun ve cesaretin çatırdayacaktır. Haykıracaksındır gün gelecek "Yalnızım!" diye. Gün gelecek yüksekliğini göremeyeceksin artık alçaklığını ise pek yakından göreceksin. Kendi yüceliğin hayalet gibi korkutacak seni. Gün gelecek haykıracaksın "Her şey yanlış!" diye. Yalnız adamı öldürmek isteyen duygular vardır; bunu başaramadıklarında kendileri ölmek zorunda kalırlar! Ama sen katil olacak kişi misin?"

5- Üstinsan riskli bir hayat yaşar:

Nietzsche her insanın yaşamında tehlikeli bir tarafın, tehlikeli noktaların var olması gerektiğini düşünür. Çünkü ancak tehlike durumunda insan olağan akıştan, dogmatiklikten kopar ve gelişme gösterir. O insanı hayvan ve üstinsanın arasında gerilmiş bir ip olarak görür bu bir nevi köprüdür. Üstinsan olmak isteyen kişi hayvan ve insan köprüsündeki ipten karşıya geçmeli, tehlikeli yolculuğu cesurca tamamlamalıdır. Onun bizden istediği tehlike usdışı eylemlerden oluşmaz ya da delilikten gelmez. Onun bahsettiği tehlikeli ve riskli yaşam; konfor alanından ve bilindik olan evden, dünyadan, düşüncelerden çıkma cesareti göstermektir.

Özgür mü diyorsun kendine? Senin hükmeden düşünceni duymak isterim, boyunduruktan kurtulduğunu değil.

6- Üstinsan yalnızca bu dünyaya odaklanır:

Nietzsche büyük bir tanrıtanımazdır. Tanrı öldü söylemi onun ateizmini gayet net anlatır. Dolayısıyla cennet cehennem gibi kavramlara da inanmaz. Üstinsandan da yalnızca yaşadığı dünyaya şuana odaklanmasını ister. Bu dünya tek şanstır ve bu şans üstinsan tarafından tüm potansiyeliyle birlikte iyi kullanılmalıdır.

Tanrı öldü: İsteriz ki şimdi üstinsan yaşasın.

Üstinsan Eleştirisi:

"Nietzsche'nin üstinsan kavramı farklı zamanlarda farklı filozoflarca eleştirilmiştir. Eleştirmenler üstinsan kavramının Hitler gibi faşist ideolojilere sahip insanlara ilham verdiklerini iddia eder. Hatta o dönemin askerlerinin çantasından Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabının bulunduğu iddia edilir. Nazi Almanya'sında Adolf Hitler'in felsefesinde üstinsan konseptine benzer bir düşünce sistemi olduğu iddia edilir. Üstün alman ırkı yaratmak ve Yahudileri yeryüzünden silmek gibi ideallere sahip olan Nazi Almanya'sı tıpkı bir üstinsan gibi ideallerine ulaşmak için son derece cüretkar hamlelerde bulunmuştur. Hitlerin Nietzsche hayranı olduğunun bilinmesi filozofun eleştirilmesine sebep olur. Hitlerin Nietzsche'den etkilendiği açıktır. Ama bu Nietzsche'nin faşist motivasyonlara sahip olduğu anlamına gelmez. Üstinsan fikrinin bu kadar etki yaratmasının sebeplerinden biri muhtemelen her insanın içinde yatan özel bir istenci harekete geçirmesidir. Ona göre insan dünyadaki varoluşunda o özel istencinin peşinde koşar."

Onun üstinsanı rasyonel bir hedef mi tartışmalıdır. Çünkü kulağa üstinsandan ziyade olağanüstü yani olağan dışı, gerçek olması mümkün olmayan bir insan profili gibi gelir. Tanrının gerçek olamayacağını artık insanlar üzerindeki etkisini kaybettiğini söylerken ve bu yüzden yeni bir yaşam felsefesi geliştirirken, onun yaptığı yeni bir insanlık dini hatta üstinsan dini yaratmak değil midir?


Güç İstenci, Köle Ahlakı ve Sürü Ahlakı

Nietzsche'ye göre insan, haz ya da anlam arayışından dolayı yaşamını sürdürmez. Ona göre insanlar güç arzusuyla doğarlar. Bütün canlıların temel içgüdüsünün güç elde etmek olduğunu söylüyor. Ona göre bir yanda iktidar iradesini tatmin edenlerin, diğer yanda iktidar iradesini kısıtlayanların varlığı, iki farklı ahlak anlayışına yol açar. Nietzsche bunu efendi-köle ahlakı olarak tanımlar. Bu ahlaki anlayışa sahip kişiler güç ve itibar kavramlarına büyük önem verirler. Cesaretinden ilham alır ve zaman zaman pervasızca davranmaktan korkmaz. Köle ahlakına sahip olan insanlar genellikle inandıkları din tarafından motive ve manipüle edilirler. Köle ahlakına sahip biri dinin çizdiği sınırların dışına çıkmaz. Bunların dışına çıkmayı düşündüğünde dininde beliren günah ve cehennem kavramlarından korkar. Efendilerle kölelerin ahlaki görüşleri arasındaki bu ayrım, iyi ve kötü kavramlarına bakışımızı tamamen değiştirir. Örneğin köle ahlakına sahip biri sizi incitirse intikam almak yerine affedip o kişiye merhamet göstermelisiniz. Ancak efendi ahlakına sahip olan kişi, köle ahlakına sahip olan birinin hareketini zayıflık ve korkaklık olarak nitelendirecektir. Köle ahlakına sahip olan insan intikam almaya muktedir olmadığından bu eksikliğini merhametle kapatır. "İyi" dediğimiz kavram; güç, refah, zenginlik gibi niteliklerden oluşur. Kötü dediğimiz kavramlar; zayıflık, güçsüzlük, fakirlik vb. durumlardır. Ve insanlar bundan uzaklaşmaya çalışırlar. Köle ahlakı sisteminde zayıflığın yerini iyilik, yoksulluğun yerini tevazu, güçsüzlüğün yerini ise merhamet alır.

Nerede canlı gördüysem, orada güç istemi de gördüm; uşağın isteminde bile, efendi olma istemimi gördüm.

Bengi Dönüş:

Nietzsche’ye göre, ebedi dönüş evrenin hiç bitmeyen döngüsünü anlatır. Bu, evrendeki her şeyin sonsuza kadar kendini tekrar ettiği anlamına gelir. Hayat hiç bitmeyen bir döngünün merkezindedir. Peki böylesi döngülerde hayat nasıl yaşanmalı? Zaman düz bir çemberdir, demişti Nietzsche. Ona göre zaman kavramı ilerici olarak algılanır, ancak özünde döngüsel ve tekrarlayıcı bir yapıya sahiptir. Çünkü zaman döngüsel bir yapıya sahiptir ve evrendeki her şey zamanla ilişkilidir, dolayısıyla dünyadaki tüm olayların sonsuz bir döngüler dizisi içinde aynı düzende tekrarlandığını varsayabiliriz. Nietzsche bu duruma ebedi dönüş adını verir. Peki ya bir kişinin kaderi olayların tekrarından oluşuyorsa ve bu döngüyü kırmanın bir yolu yoksa? Asıl soru şu: Hayatınızı sonsuza dek aynı şekilde yaşayabilir misiniz? Bilseydiniz neyi değiştirirdiniz? İşte anlamı bu. Bu soru bizi, kendi irademizi ve erdemimizi koruyarak, bir yandan da Üstinsan'ın sorumluluğu altında yaşamaya teşvik eder.

"Yaşadığın ve yaşamakta olduğun bu hayatı, yeniden ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın; içinde yeni hiçbir şey olmayacak: Yaşamındaki her acı, her sevinç, her bir düşünce ve her bir soluk, tarif edilemeyecek kadar küçük ya da büyük her şey, arka arkaya ve aynı sırayla, sana dönecek - ağaçların arasından süzülen şu alacakaranlık ve şu örümcek bile, şu an ve ben kendim bile. Varoluşun sonsuz kum saati, içinde toz lekesi olan sen ile, yeniden ve yeniden başaşağı çevrilecek!
Her şey gider, her şey geri gelir; ebediyen döner varlık çarkı. Her şey ölür, her şey yeniden yeşerir, ebediyen sürer gider varlık yılı. Her şey parçalanır, her şey yeniden birleştirilir; aynı varlık evi ebediyen kurar kendini. Her şey ayrılır, her şey yeniden selamlaşır; varlık halkası kendine ebediyen sadık kalır.

Amor Fati (Kader Sevgisi):

Bu kavramın temelinde bir insanın kaderinde gerçekleşen olaylara karşı pişmanlık ve öfke duymayı seçmesi yerine, kederli ve karamsar bir yaşam sürmek yerine, o kaderi kabul etmesi ve hatta sevmesi yatar. Tüm zorlukları ve acıları, en başta kaderi, yani değiştirilemez olanları olduğu haliyle kabul etme olgunluğu ve cesaretine sahip olmak yatar. Bu tabi ki yalnızca üstinsanın yapabileceği bir yüzleşmedir. Nietzsche temelde yaşamın iplerinin, yapısal koşullar dışında bizim elimizde olduğunu söyler.

"İnsandaki büyüklük için ifadem amor fati'dir. Başka bir şey istememek, ne ileriye ne geriye ne tüm bengiliğe doğru. Zorunlu olana ne yalnızca katlanmak, ne de gizlemek; aksine sevmek onu."

Amor Fati (Kader Sevgisi) Eleştirisi:

Nietzsche'nin bu kavramı üstinsan kavramıyla çelişmiyor mu? Üstinsan kavramı insanları yaşamlarını, kaderlerini kendi ellerine almaya ve yönlendirmeye teşvik ederken, "Amor Fati" kavramı insanları kaderlerini kucaklamaya ve sevmeye çağırıyor. Belki de Nietzsche, insanın kendisinden daha yüce bir şeye boyun eğme arzusunu Tanrı'dan ayırmış ve kaderin eline bırakmıştı. Hayatı boyunca sağlık sorunları yaşadı. Yaşadığı dönemde bir yazar olarak değeri bilinmedi, kadınlarla ilişkileri hep hüsranla sonuçlandı, Lou Andreas-Salomé'a duyduğu aşkına karşılık alamadı. Bu belki de Nietzsche'nin kendini avutma şeklidir. Nietzsche, insanların başına gelen talihsizliklerin mutlaka kendi suçları olmadığını söyler. Kader bazen insanın karşısına kaçınılmaz durumlar çıkarır. Böyle bir kadere isyan etmenin durumu daha da kötüleştireceğine inanır. Nietzsche kendini nihilizm çölünden kurtarmak için rasyonel bir şekilde teselli mi bulmaya çalışıyor?

"Amor fati: varlığımın özü budur. Uzun süreli hastalığıma gelince, ona sağlığımdan çok daha fazlasını borçlu değil miyim? Ona daha yüksek bir türde sağlık borçluyum, aslında onu öldürmeyen her şeyin altında güçlenen bir tür sağlık! Ona, felsefemi bile borçluyum. Ruhun nihai özgürleştiricisi yalnızca büyük acıdır."

Böyle Buyurdu Zerdüşt ve Tanrı

Nietzsche, Hristiyanlığın esiri altındaki Batı felsefesinden nefret ediyordu bu yüzden yerine yepyeni bir felsefe inşa etti.

Nietzsche, Batı düşüncesinin ve Hristiyanlığın köklü ahlaki temellerinin çöküşünü "Tanrı öldü" diyerek açıklar. Ona göre Tanrı’nın ölümünün farkında olmak, insanın geleneksel inanç sistemlerinden ve "saçmalıklardan" kurtulmasını sağlar. Ancak dinin ve Tanrı'nın işlevsel olduğunu bilir. Tanrı'nın ölümü, bir boşluk yaratır; dolayısıyla insanın yaşamını sürdürebilmesi için yeni değerler yaratması gereklidir. Nietzsche, nihilizmi hem bir sorun hem de bir fırsat olarak görür. Geleneksel değerlerin ve anlamların çökmüş olması, insanı bir anlamsızlık ve boşluk içine sürükler. Ancak Nietzsche'ye göre, bu anlamsızlık durumu, birey için yeni anlamlar ve değerler yaratma fırsatıdır. Kendi kendini aşmak için nihilizmi kabul etmek, bir tür başlangıç noktasıdır. Nietzsche aslında Tanrısız yani inançsız bir dünyada insanın hedonizm yanılgısına düşmeden bir yaşam yaşayabileceği ihtimalini rasyonel bir temelle şekillendirmeye çalışıyor. Yani aslında Nietzsche "Tanrı'nın ölmesinden" memnun değil, bunu bir zorunluluk olarak değerlendiriyor. Ancak yaşamın anlamının da ne Tanrıdan ne hazdan ne de mutluluğu kovalamaktan geldiğini, yalnızca insanın kendi değerlerini yaratarak üstinsana ulaşması olabileceğini söylüyor. Ona göre aslolan üstinsana ulaşmak, üstinsan olmaktır. "Kilise insanlara İsa'nın yolundan gidin derken Nietzsche kendi yolunuzdan gidin der. Kilise bencil olmayın derken Nietzsche bencil doğanızı kabullenin der. Kilise Hristiyanlığın kurallarıyla yaşayın derken Nietzsche kendi değerlerinizi yaratın der. Kilise cennet ve cehennemi düşünerek onlar için yaşayın derken, Nietzsche yalnızca bu dünyaya odaklanın ötedünyaya değil der." Bu sebeple döneminde, Aziz Augustinus dahil olmak üzere çok fazla filozoflar tarafından eleştirilmiştir.


"Kendilerine karşı koyana ve acı çektirene Tanrı dedi onlar." diyerek inançlıları küçümser aslında. İnancın rasyonel olmadığına dikkat çeker. "Acı çekmek ve yetersizlikti bütün Ötedünyalıları yaratan; sadece en çok acı çekenin anlayabileceği kısa bir mutluluk çılgınlığıydı. Bir sıçrayışta; bir ölüm sıçrayışıyla en sona varmak isteyen yorgunluk; daha fazlasında gözü olmayan zavallı bir bilgisiz yorgunluk: Bütün tanrıları ve Ötedünyalıları işte o yarattı." Aslında Nietzsche inancın insanın zayıflığından veya bilgisizliğinden geldiğini, ancak güçsüz bir kimsenin Tanrı'ya inancı olacağını söyler. Çünkü Tanrı bir varsayım, bir tahmindir. Ona göre insan tahminlerle değil gerçeklerle yaşamalıdır. Güçlü bir kimse kendini üstinsana dönüştürür ve üstinsan da yalnızca kendine, kendi gücüne inanır.


"Çalmayacaksın öldürmeyeceksin bu tür sözlere kutsal denirdi eskiden. Önlerinde diz çökülür baş eğilir ayakkabı çıkarılırdı ama sorarım size bu kutsal sözlerden daha iyi bir hırsız ve katil yeryüzünün neresinde ortaya çıkmıştır? Hayatın kendisi barındırmaz mı çalmayı ve öldürmeyi; bu sözleri kutsal saymakla gerçeğin kendisi olmuyor mu öldürülen? Yoksa hayatı yalanlayan, hayata karşı koyan şey kutsal diyen bir ölüm lazım mıydı? Ey kardeşlerim parçalayın parçalayın diyorum eski levhaları." Nietzsche bu sözleriyle ussal olanı usdışı olandan ayırt edebilmemizi bekler. Yaşamın kendisine çıplak gözlerle bakma cesareti gösterebilmemiz gerektiğini söyler. Tanrı'nın çelişkiler içerdiğini, söylenenlerin, kabul edilenlerin, üzerinde bir şeyler yazan bütün levhaların parçalanması gerektiğini söyler.

Tanrı denirdi eskiden uzak denizlere bakarken; Oysa size şimdi şöyle demeyi öğretiyorum: Üstinsan. Tanrı bir tahmindir; Ama ben tahminlerinizin yaratıcı isteminizden öte geçmesini istemem. Kendinize bir Tanrı yaratabilir misiniz? Öyleyse bana hiçbir Tanrı'dan söz etmeyin! Ama üstinsanı pek de güzel yaratabilirsiniz.
Bu dünya ebediyen eksik; ebedi bir çelişmenin örneği ve eksik bir örnek; eksik yaratanı için sarhoşça bir haz, böyle görünürdü bana bir zamanlar dünya.

Böyle Buyurdu Zerdüşt ve Optimistik Nihilizm

Kişi ölümden sonra yaşama, cennete ve cehenneme, Tanrı’ya inanmıyorsa ne yapmalıdır? Bu dünyadaki her şeyden vazgeçip umutsuz bir şekilde öleceği günü mü beklemelidir? Yoksa yaşamı evetlemenin bir yolunu mu aramalıdır? Optimistik Nihilizm, sonrası olmadan şuanda yaşamanın yolunu ve yaşamı evetlemenin nasıl mümkün olabileceğini aydınlatabilecek bir öğretidir.

“Doğaüstü güçlere inanmam ve nihilizm içinde boğuluyorum. Neden yaşamam gerektiğini bilmiyorum. Nasıl yaşayacağımı bilmiyorum!”

"Nietzsche, hayata anlam katmak ya da hayat amacı edinmek için çıkılan yolda, ayakları yere sağlam basan rasyonel sebepler verir. Üstelik bunu nihilizmi optimizmle sentezleyerek yapar. Nihilizmden doğan “tüm değerlerin değersizleşmesi, amacın kaybolması” iddiasını, optimist bir bakış açısıyla bu dünyaya yöneltir. Yani nihilizmin zorunlu olarak getirdiği “değerlerin değersizliği” fikrini, yeni değerler yaratma fırsatı olarak görür.


Peki ya ölüm. Öldükten sonra ne olacak? İşte nihilizm kendini ilk defa bu soruda göstermiştir. Nihilizmin köklerinde “insanın ölümlülüğü” bulunmaktadır. Tüm bu karanlık gelişmeleri ve bundan sonra yaşanacak varoluş krizini öngören Nietzsche “Tanrı’nın Öldüğünü” söyleyerek nihilizm çağına girdiğimizi ilan etti. Bilimsel ilerlemeler, dine olan güveni alaşağı etmişti. Artık Tanrı ölmüştü. Dolayısıyla insana değer ve anlam katabilecek hiçbir şey kalmamıştı.

Buradan çıkacak olan varoluşsal boşluktan başka bir şey değildi. Bilimsel gelişmeler, tabiatın insana karşı kayıtsızlığını gözler önüne serdi. O halde yaşam, ölümle son bulacak anlamsız bir trajedi miydi? İnsanlık evriminin başlarındayken din ve Tanrı insanın anlam arayışını karşılıyordu.

Ancak modern dönemle birlikte bizi teselli edecek bir cennet, dualarımıza yanıt verecek bir Tanrı kalmadı. Kendi ellerimizle toprağa verdik tüm değerlerimizi. Yarattığımız hiçbir gelenek bize bir çıkış yolu sunamaz. Evrenin ıssız bir köşesinde yalnızlığa mahkûm edilmiş bir türüz. Nietzsche’nin gördüğü korkunç tablo işte buydu. İnsan şimdi ne yapacaktı? Her şeye rağmen, yaşamı evetlemek mümkün müydü? Nietzsche felsefesinin temel problemlerinden biri “Tanrısız ve anlamsız bir dünyada nasıl anlam bulacağız” sorusudur. Bu soruya yanıt olarak Nietzsche’nin bir kavramı var: Amor Fati, yani “kader sevgisi”. Nietzsche Tanrı’nın ölümünü ilan ettiğinde tekin olmayan bir misafirin kapıda beklediğini biliyordu. Bu misafir nihilizmdi. Nietzsche nihilizme kapı aralamamak adına yeni değerler gerektiğinin bilincindeydi. Bu noktada Amor Fati devreye girecekti. Tüm öte dünyaları reddedip bu dünyaya, yaşamın kendisine yönelmeyi öğütleyen bir öğreti. Nietzsche bu dünyanın her şey olduğunu düşünüyordu. Hayatı dolu dolu yaşamayı ve yaşamdan alabileceğimiz her şeyi almayı önerdi. Çünkü ona göre sahip olduğumuz tek dünya buydu. Nietzsche’nin Amor Fatiyle kastettiği yaşamdaki tüm deneyimleri mutlulukları, acıları, başarı ve başarısızlıkları kucaklamak gerektiğiydi. Nasıl ki bir sanat eseriyle temas ettiğimizde onda canlanan kendi değerlerimiz ve irademizse hayatta da böyle olmalıydı. Amor Fati, hayatımıza anlam katmak, kendi hayatımızın yaratıcısı olmak anlamına gelir. Nietzsche, bu kavramı bireyin kendi yaşamıyla derin bir bağlılık geliştirmesinin yolu olarak görmektedir. Yaptığımız her hatayı, her yanlış ve her saçmalığı kucaklamamızı söyler. Nietzsche’ye göre hiçbir şeyin farklı olamayacağını kabullenmemiz gerekir. Yani Amor Fati’yi benimsememiz. Yapmamız gereken sadece yaşama “evet” demektir. Geçmişte hatalar yaptım, “evet”. Yarın yine hata yapabilirim, “evet”. Coşku ve kederi birbirinden ayırmadan, hayatın tamamına “evet” demek gerekir. Amor Fati, Tanrı’nın yokluğunda değersiz bir dünyaya sürüklenmeyi önler. Artık değerler başka bir dünyadan değil, bu dünyadan kaynaklanacaktır. Bu bakımdan insan özgürdür, insan özgürlüktür. Bu noktada Dostoyevski'nin " Ruh ölmezliği olmayınca her şey mübah mıdır?" sorusu da doğal olarak cevaplanır. Zaten kendi için güzel ve iyi bir yaşam süren biri cennet mükafatı olmayınca da güzel ve iyi bir yaşam sürmeye devam edecektir.

Hayata tutunmak için “yiterken var olmayı öğrenmek”, gerekir. Diğer taraftan yitmek sandığımız kadar korkunç olmayabilir. Nihayetinde biz doğmadan evvel geçen milyarlarca yılın pek de korkunç olduğunu söyleyemeyiz. Ve sanırım en başta sorduğumuz sorunun yanıtı evettir. Yaşamı çok sevdik fakat tüm aşkın anlamları yok ettik. Artık önümüzde iki seçenek var: Nihilist bir distopyada sonunu bekleyen faniler mi olacağız? İçkin anlamlar yaratıp mutlu yaşayan bireyler mi?"


Kitapta geçen dekadans kavramı ise çürüme anlamına geliyor. Nietzsche'ye göre çürüyen her şey o dünyanın etrafını sarar. Bunu çöl metaforuyla açıklar. Çöl de etrafındaki her şeyi yiyip bitirir. Bir kez çöle girdiğinde bir daha çıkmak mümkün değildir. Çöl nihilizmi temsil eder. Bir kez hiçliğin içine girdiğinde bütün yaşam anlamını yitirir. Nietzsche "Çöller büyüyor: Vay haline, içinde çöller olanın" derken hiçliğin ve anlamsızlığın büyümeye devam ettiğini ve hep edeceğini bunun kişinin benliğinin bütünlüğünü tehdit ettiğini ifade eder.

Oysa insanın kendini taşıması zordur. Bunun nedeni omuzlarında bir sürü yabancı şey taşımasıdır deve gibi çöker yere bol bol yük yüklenir sırtına hele güçlü dayanıklı içinde saygı barındıran. İnsan bir sürü yabancı ağır söz ve değer yükler sırtına, derken hayat ona bir çöl gibi gelir.

Böyle Buyurdu Zerdüşt ve Erdem

Nietzsche erdemi ne ilahi bir yasa, ne de insanların seçtiği bir şey olarak görür. Geleneksel dinlerin ve toplumların dayattığı "erdem" anlayışına meydan okuyun der. Bu erdemler, özgürlüğü özgürleştiren ve insanları “öteki dünya”ya bağlayan kavramlardır. Ona göre erdem, insan varlığına ve insanın yaratıcı gücüne hizmettir. Nietzsche'nin sevdiği erdemler "ölümlü" erdemlerdir. Bu insani, dünyevi, şahsi bir erdemdir. Geleneksel ahlak anlayışının aksine erdem, bireyin aklı ve özgürlüğü tarafından belirlenmelidir. Herkesin aynı erdem anlayışına sahip olması da gerekmez. Nietzsche'nin en önemli mesajlarından biri, her bireyin kendi değerlerini yaratması gerektiğidir. Geleneksel düzeni yıkıp yerine kendi erdemlerini koymayı öneriyor. Erdemi ne bir cezadan kaçınmak için ne de ödüle ulaşmak için değil, fani dünyada bir pusula olması için ister. “Her şeyin değerini yeniden tanımlayın” diyor. Aslında o erdemlere sahip olmanın zorluğunun, erdemli biri olmanın ağırlığının insanı nihilizm çölüne götürüp kendi sonunu getirebileceğini söyler "Ayrıcalıktır birçok erdemi olmak, ama çetin bir talihtir; bazıları erdemlerin savaşı ve savaş alanı olmaktan bıktıkları için çöle gitmiş ve kendilerini öldürmüşlerdir." Nietzsche yeryüzündeki bütün erdemlere bile sahip olsak, kendi iyiliğimiz için gerektiğinde erdemleri uyutmamız gerektiğini söyler. Erdemlerin bu dünyaya hizmet ettiğini şu dizelerle açıklar: "Onu Tanrı'nın bir kanunuymuş gibi istemem, insan buyruğu ya da zorunlu ihtiyaç olarak istemem onu: Yer ötesi ülkeler ve cennetlere doğru yol işareti olmayacaktır o benim için. Fani bir erdemdir benim sevdiğim: Az zeka vardır içinde herkesin aklından çok daha az."

Ruhunuz ve erdeminiz yeryüzünün anlamına hizmet etsin kardeşlerim: Her şeyin değerini siz belirleyin yeniden! Bunun için savaşanlar olmalısınız! Bunun için yaratıcılar olmalısınız!
Ah, kardeşim, bir erdemin kendini lekeleyip, bıçakladığını hiç görmedin mi? İnsan alt edilmesi gereken bir şeydir: İşte bu yüzden sevmelisin erdemleri; çünkü onlar senin sonun olacak.

Böyle Buyurdu Zerdüşt ve Zamana Kendi Çocuklarını Yediren Kronos

Nietzsche, zamanın çok önemli olduğunu ve her şeyin geçici olduğunu vurgular. Bu geçicilik hem kaderin hem de özgürlüğün kaynağıdır. Hayattaki her şeyin zamanla solup gideceğini kabul etmek, hayata şükretmek için bir fırsattır. Bu, hayatın geçici olması nedeniyle değerli olduğu anlamına gelir. Hayatı yaşamaya değer kılan şey bir sonunun olmasıdır. Bu ifade, antik Yunan mitolojisinin devasa tanrısı Kronos'a gönderme yapmaktadır. Kronos'un kendi çocuklarını yemesi, zamanın her şeyi tükettiğini ve hiç kimsenin bundan kaçamayacağını simgeler. Nietzsche burada zamanın kaçınılmaz doğasına gönderme yapıyor. "Zaman her şeyi yaratır ve sonunda her şeyi yok eder." Nietzsche'ye göre, zamanın ve yıkımın bu döngüsel yasası evrenin temel bir gerçeğidir. İnsanlar bu gerçeği kabul edip ona uyum sağladıklarında hayatta anlam bulabilirler. Bu ifade aynı zamanda Nietzsche'nin "bengi dönüş" düşüncesiyle de ilişkilidir. Her şey sonsuz bir döngü içinde kendini tekrar eder, bu yüzden hayatı olduğu gibi kabul etmek ve kutlamak önemlidir. Aşağıdaki alıntı, insanların zamanın acımasız gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda olsalar bile, onun geçiciliğinde hâlâ anlam ve değer bulabileceklerini ifade ediyor. Nietzsche burada, yaşamın tüm geçiciliğini kabul ederek yaşamda daha derin bir anlama ulaşabileceğimizi ve bu kabulün aslında bir tür hakikat olduğunu söylüyor.

Her şey geçiyor bu yüzden her şey geçmeye değerdir! Zamana kendi çocuklarını yediren o zaman yasası, doğruluğun ta kendisidir.

Böyle Buyurdu Zerdüşt'te Yaşamın Amacı ve Üstinsan

"Nietzsche'ye göre günümüz Hristiyan ahlakı, tutkuların yok edilmesi ve güç istencinin indirgenmesi üzerine kuruludur ki, bu da aslında bir köle ahlakıdır. Zira insanın var olma ve yaratma kabiliyetini azaltarak aslında onu vasat insan seviyesine düşürmektedir. Eğer her şeyi açıklayan bir kitap olsaydı ve size hayatınızı nasıl yaşayacağınız konusunda talimatlar verilseydi, hiçbir şey düşünmek zorunda kalmazdınız. Tek yapmanız gereken kuralları takip etmek. Peki bu neden yanlıştır? Nietzsche şunu vurgular: Esasında öz, ideal gibi kavramlar yoktur. Yani böyle bir ahlak sistemine olan güvenimiz, duyuları aşan metafizik kavramların varlığına dayanmaktadır. Ama eğer bu kavramlar olmasaydı, böyle nesnel bir ahlak sisteminden söz etmeye gerek kalmazdı. Bunu temel alan filozoflar, yaşamı ve dünyayı inkar eden bir sistem kurmuşlardır. Görünen dünyanın ötesinde, insanların yaşadığı başka bir gerçekliğin varlığını iddia etsek ne olurdu? Bu durum, dünyevi yaşamın bu dünyada değersizleşmesine yol açar. Nietzsche'ye göre ise ahlaki olgular yoktur. Ahlaki yargılarla dini yargıların ortak noktası, ikisinin de gerçekte var olmayan olgulara inanmayı içermesidir. Ahlak, bir dizi olayın yorumlanması, daha doğrusu yanlış yorumlanmasıdır. Ahlaki yargılar, dinsel yargılar gibi, gerçeklik ile hayal arasındaki ayrımın henüz yapılmadığı bilinçdışı bir aşamadır. Yaşamın anlamı, ölümden sonraki yaşama dair gerçekçi olmayan bir masal üzerine kuruludur. Ama Nietzsche'ye göre bu gerçekçi değildir. Nietzsche'ye göre felsefenin amacı, insanın bu dünyadaki varlığını kanıtlamak ve ona bu dünyada yaşama nedeni vermek olmalıdır."

Yalvarıyorum kardeşlerim, yeryüzüne sadık kalın ve size doğaüstü umutlardan söz edenlere inanmayın! Zehir saçar onlar, farkında olsalar da olmasalar da. Yaşamı aşağılayanlardır onlar, kuruyup gitmeye yüz tutmuş ve bizzat zehirlenmiştir onlar, yeryüzü yaka silkti böyle kişilerden: yok olsalar ya hepten!

"Üstinsanlar güçlü kişilik ve otorite sahibi insanlardır ve en önemli özellikleri yaşamı hor görmemeleri, aksine yaşamın içsel doğasından anlam çıkarmaya çalışmalarıdır. Bir sanatçı gibi kendi dünyanızı yaratın der. Öte yandan kölece bir ahlaka sahip olan, yani karakter olarak zayıf olan insanlar kendi varlıklarından emin olamazlar. Toplumun genel kabul görmüş görüşlerinden ayrılamayıp sürü ahlakına uyuyorlar. Dünyayı tahammül edilemez buluyorlar ve bu yüzden gerçekliğe dayanmayan gerçekler yaratmaya çalışıyorlar. İnsanların tutkularını bastırmamaları, aksine onları özgürleştirmeleri gerektiğine inanır. Bizi sanatçı, anlam ve değer yaratıcısı yapan şey bu tutkuların varlığıdır. Tanrı olmadan kendi hayatımızın anlamını ve değerini belirlememiz imkansızdır. Çünkü geriye sadece hedonizm kaldığını söyleyenlerin aksine, bu dinsel deneyimi bir kenara bıraktığımızda hedonizme düşmeyiz. Bu noktada şunu söylüyor: "Mutluluğu hayatın anlamı olarak kabul eden ve iktidar arzusunu geliştirmek yerine sadece mutluluğun peşinden giden kişi, insanları köleleştirir." Ona göre, insan varoluşunun anlamı güce yani üstinsana ulaşmaktır. Amaç conatus'u güçlendirmektir. İnsan, güç uğruna güç arar ve onu artırmaya çalışır. Yaşamın tüm dinamiği güç isteğine dayanmaktadır. Bunun dışında herhangi bir fiziksel veya zihinsel kuvvet bulunmamaktadır. Bu üstinsan, acıya göğüs geren ve bu acı deneyimden, hayatta anlam çıkaran biri. Dolayısıyla bir üstinsan, neyle karşılaşırsa karşılaşsın, geriye kalan hayatını onaylayan ve bu acıyla mücadele etmek için ahiretle ilgili saçma hikayelere bel bağlamayan kişidir. Yani dünyevi hayatta dünyevi bir insan olma cesaretini ve başarısını gösterebilen kişi. "Gerçekçi olmayan gerçeklerle kendinizi avutmayın" dedi. Dünya sana mutluluk vaat etmek zorunda değil. Çünkü haz varoluşumuzun anlamı değildir, hayatımızdaki bütün eylemlerimizi de belirlemez. Dünya beklentilerinizi karşılamayabilir ve karşılaması da gerekmeyebilir, ancak böyle anlarda, Nietzsche'ye göre, öbür dünya veya sonun alegorileri aracılığıyla bugüne anlam katan bir grup insandır. Hepsi bu. . Üstinsan ise bir sanatçının duyarlılığına sahip, kendi hayatına anlam ve bağlam yaratandır."

''Doğru, yaşamı severiz. Yaşama alışık olduğumuzdan değil, sevmeye alışık olduğumuzdan.''

Sonuç

Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt boyunca en iyi halimize ulaşmanın nasıl mümkün olabileceğini anlatır. Sürü insanları ile üstinsanlar arasındaki farka odaklanır. Bunu üç ayrı katman olarak ele alır ve insanların nasıl potansiyeline ulaşabileceklerini inceliyor. Nietzsche, Hristiyanlığın artık eskisi gibi güçlü bir otoriteye sahip olmadığını belirtir. Dolayısıyla Tanrı'nın öldüğü iddiası teolojik veya metafizik bir argüman değil, Tanrı'nın varlığının önem verdiği bir değer sisteminin geçersizliğini vurgulamaktadır. Ayrıca, Batı değerleri ve Hristiyanlık da dahil olmak üzere, Tanrı üzerine inşa edilen her şeyin çökmeye mahkûm olduğunu açıklamaya çalışıyor. Ancak Nietzsche'nin bu durumdan hoşnut olduğu düşüncesi sıklıkla yanlış bir anlaşılmadır. Ona göre bu bir çöküştür, bir çürümedir ve bir sorundur. Dinin tanrısı ölürse, bizim de düşeceğimiz bir bataklık mutlaka olacaktır. Tanrı'yı ​​denklemden çıkardığımızda, kim olduğumuzu, neden burada olduğumuzu ve acıyla nasıl başa çıkacağımızı anlamamız gerekir. Çünkü farklı bir ahlaki bakış açısının varlığı gerekir. Nietzsche'ye göre felsefenin amacı, insanın bu dünyadaki varlığını kanıtlamak ve ona bu dünyada yaşama nedeni vermek olmalıdır.


Editör Notu

Nietzsche, okuması zor ve fazlaca odaklanma, akıl yürütme gerektiren bir filozof. Hatta yanlış hatırlamıyorsam İyinin ve Kötünün Ötesinde kitabında, filozofların en korktuğu şeyin anlaşılmamak değil, anlaşılmak olduğunu söylüyordu. Bunu benimsemiş olsa gerek ki düşüncelerini tek seferde, amiyane tabirle tek lokmada anlamamız mümkün olmuyor. Bu yüzden Nietzsche'nin felsefesini kavramak, özümsemek istiyorsak sindire sindire ilerlemek gerekiyor. Okumuş olmak için okunmayacak biri Nietzsche. Hatta anlamak için tekrar tekrar okumak gerekecek biri. Bu noktada bu naçizane incelememin faydası olmasını umuyorum. Sürçü lisan ettiysem affola.

Nietzsche, beni çok besleyen ufkumu açan bir filozof. Mümkün olduğunca düşüncelerine tamamen hakim olmak istiyorum. Onda beni en çok etkileyen şey, bir bedeli olduğunu bilmesine rağmen farklı olma cesareti göstermesi. Özellikle o dönem açıkça "Tanrı öldü" demesi çok güçlü bir duruş. İnsanın pusulasının yalnızca kendisi olabileceğini söylemesi benim düşünce kalemime çok uyuyor. Toplumu, normları, dini, evrensel ahlakı, kabul edilen değerleri, her şeyi geride bırakan insanın yalnızca kendi terazisiyle de erdemli biri olabileceğini söyleyen ilk filozoflardan biri olması çok etkileyici. Bu yüzden her zaman yeri bende bir başka olacak. Bu metni en sevdiğim alıntılarından biriyle bitirmek isterim.

Bu sırrı hayat kendisi verdi bana: " Bak," dedi, "ben daima kendini yenmek zorunda olanım."

KAYNAKÇA


Comments


Yürüyüş İnsanlar

Bu acı döngüsünden nasıl çıkacagız?

Bizimle iletişime geç

Mail listemize katılın. Yeni içeriklerden haberdar olun.

Abone olduğunuz İÇİN TESEKKÜR EDERİZ

© 2035 by Phil Steer . Powered and secured by Wix

bottom of page